Bölgede bulunmanın veyahut bölge konularında fazla ayrıntılı çalışmanın en büyük dezavantajı, ayrıntının gücünü destekleyen genel çerçevenin göz ardı edilmesidir. Neticede, gündemin içerisinde bulunduğumuz yoğunluk esnasında temel hususları gözden kaçırabiliyoruz. Bu perspektiften bugünkü konumuzu devam ettirecek olursak kıymetli Mehdi Yağız’ın bir hatırlatması oldukça yerinde oldu ve kendisi kısa bir sohbetimiz esnasında bana Bosnalı Sırpların gözünden Bosna Hersek’i eleştiren bir yazıdan söz etti. Yazarın ismini elbette burada vermeyeceğim. Çünkü amacım bir polemik oluşturmak ya da ‘üstten’ bir üslûpla ders vermek değil kesinlikle. Önceki yazılarımızda bağlı kalmaya çalıştığımız Tavır Yayın’ın doğrunun tarafı olamayacağı felsefesi doğrultusunda, uzun uzun Bosnalı Sırpların mağduriyeti algısı üzerine düşündüm.
Aslında şuan yazdığım satırları da hemen sizlere aktarmamak için epeyce çabaladım. Çünkü biraz da olsa sohbet etme imkânımın olduğu herkes, genel anlamda Bosna Hersek’e olan hassasiyetimi bilir. Dolayısıyla önceki yazılarımızda yaptığımız gibi bazı fikirleri ve tespitlerimi yeniden gözden geçirip nadasa bırakmam gerekti.
Evet, bu kadar uzun bir girizgâhtan sonra asıl konumuzu incelemeya başlayalım isterseniz. 9 Ocak 2023 tarihinde Bosna Hersek içerisinde bulunan ve iki entiteden birisi olan Sırp Cumhuriyeti’nde ironik bir şekilde ‘devlet günü’ kutlandı. Hem de ne ironik değil mi?
Dayton Antlaşması’nın 1995’te imzalanmasındna bu yana ülkenin içerisine girdiği kaotik devlet yapılanması, antlaşmanın da alsında bir antlaşma değil, ‘ateşkes’ olduğunu gösteriyor ki bu da olası bir savaşın gizli bir ilânı niteliğinde. Bu kaotik devlet yapılanması içerisinde Bosna Hersek’te yaşıyan üç kurucu unsurda hem kamusal hizmetlerden etkin şekile yararlanamıyor hem de siyasilerin yolsuzluk olayları ve mafyatik yapılanmalarının etkisi altında ülkenin geleceğine inancını her geçen gün kaybediyor. Nitekim 2013-2022 yılları arası Bosna Hersek’ten 484.000 vatandaş ülkeyi terk etti(Ülke nüfusunun %1.5’i).
Yazının başında söz ettiğimiz bir yazarın kaleme aldığı yazı ise bu perspektifi Bosnalı Sırplar üzerinden değerlendirmiş. Girişimi çok olumlu bulduğumu söylemeden geçemeyeceğim. Neticede sürekli vurgulamaya çalışığımız ‘Bosnalılık’ kimliği, her etnik unsurun anayasal güvenceler altında özgürce düşüncelerini dile getirip, inanç ve değerlerini yaşayabileceği, yaşatabileceği bir tanımdan meydana geliyor ki Alija ve arkadaşlarının savaşın başından sonuna kadar ve savaş sonrası da kurulacak sistem de gözettikleri en önemli unsur bu Bosnalılık kimliği oldu.
Yazarımızın kaleme aldığı yazıda Bosnalı Sırpların gözünden kaotik devlet sistematiğinin bir eleştirisi ve Bosnalı Sırpların mağduriyeti ise beni günlerdir düşündüren asıl nokta oldu. Şimdi dilerseniz Bosnalı Sırpların, Bosna Hersek sınırları içerisinde ne gibi mağduriyetler yaşadığını resmi veriler ile birlikte inceleyelim. Öncelikle Bosna Hersek içerisinde yer alan ve iki entiten biri olup ‘devlet niteliği’ taşımayan Sırp Cumhuriyeti, işgal toprakları üzerine kurulmuş bir oluşumdur. Savaş öncesi dönemin demografik verileri incelendiğinde şuan Sırp Cumhuriyeti Entitesi içerisinde yer alan şehirlerin yoğun Boşnak nüfusa sahip olduğunu görmek ve bu nüfusun soykırım, silah zoru vd. zorlayıcı güçlerle ülke dışına itildiği ise bir gerçek. Peki bunu nasıl anlayabiliriz? Dayton Antlaşması’na göre Bosna Hersek içerisinde modern bir sömürge valiliği görevini yürüten Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin temel varlık sebebi ülke içerisinde sivil uyumu sağlamak ve Bosna Hersek vatandaşı mültecilerin evlerine geri dönüşlerinin sağlanmasıdır. Ofis yönetiminin bu anlamda en etkin çalıştığı aralık olan 2001-2003 arası dönem ise mültecilerin geri dönüşünün sağlanması için en çok kararın alındığı dönem. Yüksek Temsilcilik Ofisi, ülke içerisindeki çatışmacı gerilimlere müdahale etmeden önce üç kurucu unsurun öncelikle kendi aralarında krizi çözmesini beklemek zorunda. Bu ilke göz önüne alındığında Bosna Hersek’in iki entitesinden biri olan, Boşnak ve Hırvatların yönetimindeki Bosna Hersek Federasyonu’ na Sırpların geri dönüşünde ciddi engellere rastlanmazken, 2001-2003 arası mültecilerin geri dönüşü için alınan kararların dokuzu da yalnızca Sırp Cumhuriyeti’nde bulunan Sırp yönetim kadrolarının Boşnakların geri dönüşlerini engellemesi sebebi ile ofis yönetimi tarafından çıkarılmış. Dolayısıyla bahsettiğimiz yazıyı kaleme alan yazarımızın bahsettiği mazlum Bosnalı Sırpların %70’e yakını kendilerine ait olmayan evlerde yaşamlarını idâme ettiriyor.
Mağdur Bosnalı Sırplar, %33’lük nüfus oranına karşın ülke topraklarının işgal sonrası %49’una sahip olurken, aidiyetlerinin meşruiyetini de sağlamak adına anıtlar ve heykeller yapmaya devam ediyor. Kendi ibadethanelerini, ırkçı/rövanşist milliyetçiliklerini legal yollardan somutlaştırmak için Boşnak vatandaşların kendi arazilerine inşâ etmesi geçtğimiz yıl önemli bir darbe yedi. Sırp Cumhuriyeti Entitesi içerisindeki Konjević Polje köyünde yaşayan Boşnak Fata Orlović’in bahçesine savaş sonrası inşâ edilen ‘kaçak’ kilisenin AİHM’nin kararı ile yıkılması, belki de sözünü ettiğimiz yazarımızın Bosnalı Sırpların mağduriyet yaşadığına inandırmış olabilir.
Yazarımızın kaleme aldığı yazıda dikkat çeken diğer ayrıntılar ise, Bosnalı Sırp şehit anıtlarının ve heykellerinin varlığı. Savaşın yıkıcılığı ülke içeirisinde Boşnak nüfusu daha fazla olmak üzere üç kurucu unsuru da olumsuz etkiledi. Ancak bu durum Sırp Cumhuriyeti içerisinde, soykırım yapan komutan ve askerlerin heykel ve anıtlarının yapılmasını ne kadar meşru kılabilir? Yazarımız, Sırp Cumhuriyeti içerisinde gördüklerini paragraflarca anlatıp, Boşnakların yoğun yaşadığı Sarajevo’dan sadece ‘Dubrovnik gibi önemli bir ticaret şehrine benziyor’ yönünde tek bir cümleyle bahsetmesi de biraz düşündürücü açıkçası. Anlaşılan yazarımız Sarajevo’daki soykırım anıtlarını, müzelerini, ya da çocukları katledildikten sonra Bosnalı Sırp askerlerin silah zoru ile çocuklarını çağırması istenen Ramo’nun anıtını görmemiş. Ya da yazarımız üstten bir tavırla Boşnaklarla iletişim kurmayı da tercih etmemiş galiba. Bunu yapsaydı, çok farklı manzaralarla karşılaşabilirdi. Kendisi çocukken, ailesi Bosnalı Sırplar tarafından Srebrenica’da bıçaklarla paramparça edilip, bıçağın da kendisine yıkatılması sonucu akıl sağlığını yitiren Adel abimize denk gelebilirdi, ya da Bosna Hersek’in en önemli Boşnak dil uzmanı profesörlerinin nasıl akıl sağlığının kasten bozulduğuna şahit olabilirdi. Neyse konumuz Bosnalı Sırpların mağduriyetiydi.
İstatistiki veriler dikkat çekici bir şekilde gösteriyor ki, Sırp Cumhuriyeti içerisinde yaşayan Boşnakların, temel vatandaşlık hizmeti olan sağlık hizmetlerinden yararlanması için evlerinden kilometrelerce uzakta bulunan Bosna Hersek Federasyo’nundaki hastaneleri tercih ediyor. Çünkü savaş sonrası orduda görev almış; tecavüz, katliam ve soykırım olaylarına karışmış Bosnalı Sırp askerlerin büyük çoğunluğu Sırp Cumhuriyeti’nde doktor, bürokrat vb. görevlerde bulunmaya devam ediyor. Üstelik herhangi bir yargılanma yaşamadan. Dolayısıyla ailesi bu katliamlarda hayatını kaybeden Boşnakların, Dayton Antlaşması’nın az da olsa faydalarının sonucu geri dönemesi ile sorunsuz bir şekilde yaşaması ne kadar akılcı gözükebilir? Ya da tecavüze uğramış Boşnak kadınların Sırp Cumhuriyeti’nde her gün toplu taşıma gibi temel kamusal alanlarda bu acıyı kendisine yaşatmış bir Bosnalı Sırbı görmesi ne kadar ‘barışçıl’ bir ortam sağlayabilir.
Yazımızın sonuna gelirken, kapsamı biraz daha daraltalım ve Bosnalı Sırpların mağduriyet söylemlerini inceleyelim. Dayton Antlaşması’nın devlet düzeyinde yetkiler verdiği ve kendi içlerindr bir Sırp devletinde yaşadığını iddia eden Bosnalı Sırpların en büyük mağduriyeti, şüphesiz ki Sırbistan ile birleşememek. Milliyetçi rövanşist bir tarih alıgısı üzerinden Bosna topraklarını da beraberinde götürüp Sırbistan’a katılma hayali onlar için ne kadar gerçekçi tartışmalı. Nitekim Belgrad ekolü dahî Sırplığın merkezini Kosova ve Belgrad olarak tanımlarken, Bosnalı Sırpların Bosna’nın kendi meselesi olduğunu vurgulaması Bosnalı Sırplar için belki bir mağduriyet oluşturabilir. Üstelik Belgrad, Bosnalı Sırpları Sırbistan ekonomisi için negatif anlamda bir yük olarak görmekteyken Sırbistan’da yer alan milliyetçi siyasilerin Bosna Hersek Sırp Cumhuriyeti’ni araçsallaştırması, Bosnalı Sırplar için arada kalmışlık ve kimsesizlik hissini doğurabilir. Bu çok normal. Çünkü Sırp Cumhuriyeti’nin Bosna Hersek’e entegre olmak gibi bir amacı yok. Hâlâ savaşta yarım kalan soykırımları devam ettireceklerini de dile getirmekten geri durmuyorlar. Bu söylemleri dile getiren Sırp polisler ise açığa alınmaya devam ediyor.
Bosnalı Sırplar, Rusya’nın kendileri üzerinden enerji ağını re-route projeleri ile yeniden tasarlayıp, bağımsızlığı elde edememesini de bir mağduriyet olarak yorumlayabilir ama ne olursa olsun Bosna Hersek içerisinde bir sosyolojik entegrasyon sorunu içinde değiller. Zaten kendilerinin böyle bir niyetleri yok. Neredeyse bazı bölgelerde Sırbistan bayrağını bile dalgalandırıyorlar.
Dolayısıyla Bosnalı Sırpların mağduriyeti, ırkçı-rövanşist milliyetçi emellerini tam olarak hayata geçirememekten meydana geliyor. Bosnalı Sırplar kendi içlerinde bir hesaplaşma yapmak zorunda. Boşnakların kendi hayat alanlarını daralttığını iddia etmek yalnızca gerçekçi olmayan bir söylem. Bosnalı Sırplar, üst-kapsayıcı Bosnalılık kimliğinin varlığını kabul edip, Bosnalı vatandaşlara kurşun sıkmadığı için görevden alınan General Kurpesić’in değil de soykırıma yol açan Mladić’in heykellerini dikemediği için mağdur edildikleri söylemlerini bir kenara bırakmalı.