Balkan toplumları, ulaşılamaz ve rövanşist-milliyetçi bir ‘kızıl elma’ etrafında yaşamaya devam ediyor. Yıllardır coğrafyada mafyatik yapılanmalar ve milliyetçi gerilimler yüzünden devam eden ekonomik krizi aşmak adına milli ideal uğruna oluşturulan despotik devlet-toplum ilişkisi vb. sebeplerden dolayı sözünü ettiğimiz irredentist kızıl elma ideali, Balkan coğrafyasının afyonudur aslında. Bu afyon, sosyolojik düzlemde ‘insan olmanın’ anlamını aşındırmış durumda. Dolayısıyla mevcut aşınma değer yargılarını ve insanın kendine bakışını doğrudan etkiliyor.
Çünkü Alija meselesi, İslâm dünyası ve Müslüman Türk sosyolojisi için romantizm, hayal kırıklıkları, ‘büyük fetih narkozu’ doğrultusunda araçsallaştırılmaya devam ediliyor.
Sözünü ettiğimiz gerginliklerin ve ütopik kızıl elmaların arasında var olma ve insan kalma mücadelesini doğru anlamak adına bu hafta sizlerle siyasi ve konjonktürel güncel meselelerden sıyrılıp kısaca sohbet etmek istedim. Çünkü günümüzün en önemli sorunlarından biri olarak tezâhür eden ontolojik meşruiyetin tanımlandığı değerler ve insan olarak kalma mücadelesinde var ola gelen ilkelerin, çıkar maksimizasyonu altında sömürülmesi, yorum kapasitemizi ve temas noktalarımızı etkisi altına almaya devam ediyor.

Geniş ve kapsamlı bir giriş yaptığımın farkındayım ancak Balkan toplumlarının düşünce sistemi, değer algısı ve sosyolojik dokusunda var ola gelen boşluk ve kırılganlık meselesini sizlerle tartışırken, ölüm yıl dönümü nedeni ile(19 Ekim 2003) bu hafta Alija İzetbegović’i an(la)mak ve konuşmak istedim. Çünkü Alija meselesi, İslâm dünyası ve Müslüman Türk sosyolojisi için romantizm, hayal kırıklıkları, ‘büyük fetih narkozu’ doğrultusunda araçsallaştırılmaya devam ediliyor. Mevcut kalıplar doğrultusunda da Alija algısını despotik bir anlayışla Alija’nın kendi halkına bile dayatma cürretini gösteriyoruz. Kurduğumuz bu iletişim sürecinde konfor alanımızdan uzaklaşıp bizleri huzursuz edecek, dolayısıyla harekete geçirecek ve İslâm anlayışının hayat noktalarından olan ‘dinamizmi’ benimseyecek tartışmalardan uzaklaşıyoruz. Bu perspektiften incelendiğinde de insan olarak kalma mücadelesinde her sistemin kendi içerisinde oluşturduğu, koruduğu sembol kişilikler arasında 21. yüzyıl müslümanları için anlaşılmaya ve paradoksal olarak sömürülmeye bu anlamda çok müsait bir kişilik Alija İzetbegović.
Yaklaşık 5 yıl önce yapılan mini bir ankette Sarajevo’daki Mareşal Tito Caddesi’nin isminin ‘Alija İzetbegović olarak değiştirilsin mi?’ sorusuna karşın %90’ların üzerinde ‘hayır’ yanıtının alınması çok uzak bir olay değil bizler için.
Ancak henüz kendi toplumunda dahi kabul görmekte zorluk çeken Alija İzetbegović figürü için bu derece ‘‘Alija’yı koruma ve yaşatma kutsal görevini’’ üstlenmek meselesi bir yana, postmodern dünyanın sömürge aracı olan romantizm ile aslında içerisinde pagan ayinlerinden izler taşıyarak, Alija’nın değersizleştirilmesi ve silikleştirilmesi için sempozyumlar düzenliyor, yayınlar yapıyoruz. Pagan ayinlerinin çeşitli sembollerini vazgeçilmez bir propaganda aracı yaparak hangi açıdan bizleri evrensel doğruya, adalete, bilgiye ulaştıracak olmasının barındırdığı büyük soru işaretlerini görmezden geliyoruz ve gün geçtikçe Alija’yı kaybediyoruz. Bu hatadan nasıl dönmemiz gerektiğini daha sağlam temeller üstüne oturtan bir analiz ile tahlil etmeden önce nerelere takılıp kaldığımızı gözden geçirmemiz gerek.
Evet yanlış duymadınız. Bugün Bosna Hersek’e gelen Bosnalıdan daha Bosnalı ve bir Boşnak’tan daha fazla Boşnak olan her duyarlı ve belirli hassasiyetlere sahip muhafazakâr müslümanın en büyük hayal kırıklığı Alija İzetbegović meselesi. Öyle ki yaklaşık 5 yıl önce yapılan mini bir ankette Sarajevo’daki Mareşal Tito Caddesi’nin isminin ‘Alija İzetbegović olarak değiştirilsin mi?’ sorusuna karşın %90’ların üzerinde ‘hayır’ yanıtının alınması çok uzak bir olay değil bizler için. Ya da gerçekten çok sevdiğim ve müslüman kimliğine, kişiliğine, ahlâkına ve dürüstlüğüne kefil olduğum Boşnak bir dostumla Alija üzerine yaptığımız tartışmanın üzerinden henüz bir sene dahi geçmemişken akılda kalan sahnelerin enteresanlığını da hâlâ sık sık düşünürüm gün içerisinde. Tartışmanın yüksek harareti arasında Boşnak dostuma Boşnak bir lideri anlatmaya çalışırken kıymetli dostumun öne sürdüğü argümanlar ve ortaya koyduğu fikirler, günümüz Boşnak toplumunun rövanşist kodlarla oluşturulan postmodern Boşnak kimlik algısının bir röntgeni gibiydi aslında.

Alija, Bosna toplumunu kişisel çıkarları için savaşa sokmuş ve hatta savaş öncesi Bosna Hersek Radyo ve Sinema Kuruluşu’nun binasının depolarında bulunan silah ve diğer mühimmatları Alija kendi elleri ile Sırp hegemonyası altında olan Yugoslavya devletine teslim etmişti. Bu ortaya atılan silah ve mühimmatların teslimi iddiasını objektif ve dönemin gerçekleri üzerinden anlamak ve anlatmak için Yugoslavya Siyasi sistemi içerisindeki Bölgesel Savunma Birlikleri’nin (Territorial Defence Union) kurgusunu objektif ve doğru bilgiler üzerinden analiz etmemiz gerek ancak bu apayrı bir yazı konusu dolayısıyla bugünkü sohbetimizin dışına çıkmamaya çalışacağım. Neticede aynı hamleyi yapan Hırvatistan’ın Eski Cumhurbaşkanı Franjo Tuđman bugün kendi halkı tarafından bir milli kahraman olarak ilân edilirken Alija’nın bir hain olarak anılması meselesinde, çeşitli çıkar hususlarını tartışmak gerek.
Kendi ülkesinde Alija’ya bir tek küfür etmeyecek dereceye varana kadar hakaret eden Džemaludin Latić için ülkemizde anma geceleri düzenledik ancak bu balon da yakın zamanda sosyal medya aracılığı ile patlatıldı. Her ne kadar yıllarca bu sömürünün aleti olsak da...

Özellikle, Alija’nın savaş döneminde kendi çevresinde oluşturduğu kurmay ekibin ekseriyetle Genç Müslümanlar grubundan seçilmesi ve bu grubun içerisinden tercih edilmeyen kişilerin bir kırgınlık ve kin duygusu içerisinde Alija İzetbegović’i karalaması pek iyi niyetli gözükmüyor. Tabi herkesin şimdi aklında tek bir soru beliriyor: Savaş döneminde Alija’nın en yakınında olan Džemaludin Latić(Cemaleddin Latiç) neden şuan en büyük Alija karşıtlarından biri? Bu soruyu da cevaplarken Alija henüz hayattayken karalama kampanyasına başlayan Latić’in ne tür çıkar meseleleri olduğunu tartışmak gerek. Aslında Džemaludin Latić meselesi, bizim Bosna’ya karşı olan ilgimizin ve yaklaşımımızın postmodern sömürge aracı olan romantizmimizin tamamen bir özeti. Kendi ülkesinde Alija’ya bir tek küfür etmeyecek dereceye varana kadar hakaret eden Džemaludin Latić için ülkemizde anma geceleri düzenledik ancak bu balon da yakın zamanda sosyal medya aracılığı ile patlatıldı. Her ne kadar yıllarca bu sömürünün aleti olsak da...

Dolayısıyla doğru incelendiğinde Alija’nın kendi ontolojik meşruiyetini oluşturma, koruma ya da yıkma algısındaki yol haritasında eksikliklerin olduğu âşikâr. Bu noktada asıl mesele ‘Alija’ya sorduğumuz soru.’ İnsanı varmak istediği hedefe, ulaşmak istediği cevap ve amaca yönlendiren bu uzun arayış süreci içerisinde yolda karşılaştıklarını ve kendine kattıklarını şekillendiren en önemli unsur sorduğu sorulardır. ‘Alija’yı doğru anlamalıyız’ ilkesini dahi sloganlaştırıp kısır bir döngü içerisine sokmamızda da benzer mesele geçerli. Alija’ya yanlış soruyu sormaya devam ediyoruz.
‘Ya sen olmasaydın Alija?’ sorusu üzerinden sömürülmeye açık olan bir cevap alanı bırakmanın çekişme ve belirsizlikleri bugün Bosna Hersek ve müslüman dünyası arasındaki temel tartışma konusu. Bahsettiğimiz üzere Alija’ya karşı temiz niyetli insanların bile yürüttüğü karalama kampanyasının arka plânındaki temel iddiaları oluşturan çıkar hedefli insanlar için bu sorunun cevabı çok basit: Alija olmasaydı savaş olmazdı, insanlar ölmezdi. Türkiye perspektifinden de postmodern bir sömürge aracı olan romantizm çerçevesinde bu sorunun cevabı: Alija olmasaydı Bosna olmazdı, Boşnaklar hayatta kalamazdı.

Alija’nın kendi kişiliğinin, 21. yüzyıl İslâm dünyasının yaşadığı adaletsizlik, yozlaşmışlık ve varlığın ötesindekine ulaşmada yaşanan değer kaybına karşı ürettiği doğru cevapları anlamayı işte bu noktada gözden kaçırıyoruz. İslâm dünyasının en önemli güncel çelişkilerinin araçsallaştırılması sonucu ‘bir toplumun ya da bir zaferin varlığının bir kişiye dayandırılması’ anlayışı Alija’nın anlaşılmasındaki en önemli engel. Pagan sembolleri üzerinden kutsayıp, tarif ettiğimiz Alija’nın bir İslâm devleti lideri olduğu, Bilge Kral mahlasına sahip olduğu, kâfirle yılmadan savaştığı ve devletini özgürlüğe kavuşturduğu gerçeği bugün farklı başlık ve kisveler altında topluma sunulmaya ve bu durum modernitenin kurgu toplumunun ‘hissetme’ duygusunun yoksunluğundan yararlanılarak bir masal unsuru olarak anlatılmaya devam ediyor.
Dolayısıyla Alija’ya sorulması gereken sorular, bir fikir insanı ve 21. yüzyıl İslâm entelektüeline sorulması gereken soruların dışına taşmaması gerek. Bugün küresel anlamda İslâm aleminin hukuk, ahlâk ve değer dünyasında yaşadığı çıkmazları çözümlemek adına sorulması gereken soruları gözden kaçırmamalıyız.
Bütüncül varlık dairesi içerisinde atomize olan ‘modern müslümanların’ bilgi üretimindeki rolünü tartışırken dînî ve aklî ilimlerin birbirini bütünlemesi sürecindeki evrendeki varlık felsefesinin kuralı, Alija’ya sorulan sorular üzerinden tartışıldığı takdirde, postmodern sömürü sürecine aracı olmaktan çıkabiliriz. Bu anlamda atomize olmuş bilgi dünyasında değer kaybı yaşayıp vasfını kaybeden, vasfını kaybettikçe değer kaybı yaşayan müslüman dünyası için, Fârâbî’nin tasavvurundaki ‘insanların yaradılışları gereği birlikte yaşamaya mecbur olan kollektivizm’ üzerinden Alija’ya sorulan soruların cevabını almalıyız. Çünkü bu soruları sorduğumuz takdirde aldığımız cevaplar bize, farkılıkların toplumsal yapıyı kırılgan hale getiren değil, bütünleştiren durumda olduğunu gösterebilir.

Bunun için aklî dünyada cömertliğin ve iyiliğin idâmesinin mutlak bir olgu olduğunu eserlerinde ve söylemlerinde ortaya koyan Alija, en çetin geçen savaş ortamında bile her zaman birlikte yaşamayı ve her topluma/dine mensup bireylerin adalet ile birlikte görüş ve inançlarını özgürce açıklayabileceği bir sistemi inşâ etmek istedi ve bu uğurda mücadele etti. Adalet kavramının ‘hak’ olarak algılanmadan ‘lâyık olanı lâyık olduğu yere verilmesi’ ilkesi doğrultusunda özgürlük ile ayrılmaz bir bütün olan insana özgürlüğünün ‘insanca’ verilmesi gerektiğini vurguladı ve bunun için çalıştı. Kendi ordusu içerisinde Müslüman bir generalin Hristiyan bir albaya, albayın kendi dinini kullanarak hakaret etmesi sonucunda savaş ortamında bile Müslüman bir generali mahkeme ile sorgulayan, Grbavica’da 27 sivili öldüren komutanı için kendi ordusunun içinde operasyon düzenleyen bir kozmozun, düzenin savunucusu olduğunu anlamak ve bunu günümüz toplumuna uygulamak adına sorular, ‘olmasaydın olmazdık’ maskesi altında gözden kaçmamalıdır. Kısacası, Alija’yı anlarken sormamız gereken sorulardan çekinmemek ve konforumuzun kaçması için hevesimizi korumak gerekli. Ölümünün ardından geçen 19 yıl sonra bile, vefatından çok önce ortaya koyduğu düşünceleri ile açmazları çözümlemede bir tuğla koymak iseyen kişiye sorduğumuz sorular, kozmodan bir kaos meydana getirmemeli. Rahmetle...