Türkiye’de yaklaşan seçimler üzerine bir süredir kurulan ittifaklar ve cumhurbaşkanlığı adaylığı noktasında yoğunlaşan tartışmalar herkesçe malum. Hangi partilerin bir arada hareket edeceği/ettiği, kimin kimden yana olduğu, ortak aday olması gerekliliği ve bu ortak adayın kim olması gerektiği hususu özellikle muhalefet açısından tartışmaların odağını oluşturan konular olarak karşımıza çıkıyor. Muhtemel adayların avantajları ve dezavantajları birbirinden farklı pek çok kişi ve çevrelerce tartışıldı. Peki sonuç olarak elimizde ne var? Aranan kan bulunabildi mi?

Aranan kan diyorum çünkü bu ortak aday arayışı Altılı Masa etrafında bir sonuca ulaşmaktan ziyade bir kan arayışı misali sürüyor. İhtiyaç duyulan, kaybedilen kanı bir an önce takviye etmek ve gerekirse uyumlu olan alternatif bir kan grubu ile ikame etmek. Yusuf Balat’ın dün Tavır’da yayınlanan Golü Forvet Atar! başlıklı yazısı bu arayışı bir futbol benzetmesi üzerinden inceleyerek Ekrem İmamoğlu’nu açıkça aranan kan olarak sunuyor. Altılı Masa sahada bir takım, Kemal Kılıçdaroğlu bir oyun kurucu ve Ekrem İmamoğlu ise golü atacak olan forvet olarak karşımıza çıkıyor. Ancak kan arayışını bu forvetten karşılayabilecek miyiz? Bu takım oyunu gerçekten kurabildi mi? Oyunu kazanabilecek mi? Bu soruların cevabı aslında tek  bir noktada toplanıyor: Takımın oyun stratejisini belirleyen teknik direktör ve oyunun kurallarını belirleyen kim? Saha da ise kaptan kim? Takımı kuran her ne kadar Kemal Kılıçdaroğlu olsa da acaba oyunu kim/kimler kuruyor?

Yeni bir “Kasımpaşalı” hikayesine ihtiyacımız yok. Evet bu toplumsal gerçekliğimiz ve siyasi kültürümüz ile uyumlu bir seçenek ancak bir değişim arefesinde bu kez ülkede siyasi atmosferi ve kültürü gelecek nesillere daha farklı aktarabilecek fırsat oluşturabiliriz.

İçinde bulunduğumuz siyasi, ekonomik ve toplumsal koşullar düşünüldüğünde; iktidar-muhalefet ilişkisinin değiştirici ve dönüştürücü rol üstlenmesine acil olarak ihtiyaç duyuyoruz. 20 yıllık AK Parti iktidarının ardından siyasi anlamda bugün değişim açısından ehemmiyet arz eden konuların dikkatle analiz edilmesinin ardından muhalefetin yol haritasına dair öneriler konuşulabilir. Yukarıda bahsi geçen yazıda temel önerme her ne olursa olsun mevcut iktidarın değişmesi ve Erdoğan’ın seçimi kaybetmesi üzerine kurulu. Ancak ne olursa olsun tutumunun bizi tam olarak nasıl bir serencam içerisine çekeceğini göremiyoruz. Hali hazırda bir birliktelik sağlamış olan Altılı Masa üzerinden bu konuyu ele alalım.

Nihayetinde 20 yıllık güçlü bir iktidarı ve belki de partisinden daha kesin bir otoriteye sahip olan Erdoğan’ı seçimlerde mağlup edebilecek imkan ve kapasite ortaya konulmuş oluyor. Ancak bu potansiyelin siyasi çıkarlar uğruna ülkenin siyasi kültürde yaşayabileceği mühim gelişme fırsatını kaçırarak heba edilmemesi gerekli.

Altılı Masa üyeleri arasında son günlerde yaşanan gelişmeler masa etrafında bazı çatırdamalar olabilir riskini gözler önüne seriyor. Merkezi unsur olarak masanın önemli üyelerinden olan İYİ Parti ile CHP arasında belli belirsiz bir kırılgan hat hissediliyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun çağrısı ile bir araya gelmiş olan masanın kuşkusuz potansiyel taşımasında CHP ile birlikte İYİ Parti’nin birlikteliği önemli bir rol oynuyor. Elbette diğer partilerin daha az ehemmiyeti yok lakin ülkenin kuruluşundan bugüne hatta kuruluş öncesinde geçen yaklaşık 15 yıllık süreçten bugüne siyasi bir merkez olarak karşımıza çıkan kanadı temsil eden iki partinin bir arada olması şu an iktidar nezdinde var olan ittifakın gücünü dengelemek açısından hayati bir yere sahip. Bununla birlikte yine aynı siyasal hayat geçmişinin diğer kanadı içerisinden görülebilecek partilerin bu birlikteliğe katılması, üstelik bu partilerden ikisinin mevcut iktidar partisinden ayrılan isimlerce kurulmuş olması Altılı Masa için potansiyeli oldukça artırıyor. Nihayetinde 20 yıllık güçlü bir iktidarı ve belki de partisinden daha kesin bir otoriteye sahip olan Erdoğan’ı seçimlerde mağlup edebilecek imkan ve kapasite ortaya konulmuş oluyor. Ancak bu potansiyelin siyasi çıkarlar uğruna ülkenin siyasi kültürde yaşayabileceği mühim gelişme fırsatını kaçırarak heba edilmemesi gerekli.

Makbul adayın karizmatik bir lider veya yine merkez sağa yakın vasat bir profilden doğmuş bir halk kahramanı olmasına, seçim kazanmak için daha avantajlı olması nedeniyle olumlu bakabilirsiniz fakat ihtiyaç duyulan maalesef bu profil değil.

Altılı Masa üyelerince belirlenebilecek bir ortak adayın ne bir “mecbur adam” ne de bir son dakika golcüsü olması gerekiyor. Bu adayın daha önce Makbul Aday ve Demokratik Kabir Ziyaretinden Notlar  başlıklı yazımda değindiğim üzere önümüzdeki zorlu süreci tüm taraflarca mutedil bir şekilde geçirmeyi sağlayacak teknokrat yetkinliklere sahip bir makbul aday olması gerekiyor. Mezkur yazıda vurgulandığı haliyle yeni bir “Kasımpaşalı” hikayesine ihtiyacımız yok. Evet bu toplumsal gerçekliğimiz ve siyasi kültürümüz ile uyumlu bir seçenek ancak bir değişim arefesinde bu kez ülkede siyasi atmosferi ve kültürü gelecek nesillere daha farklı aktarabilecek fırsat oluşturabiliriz. Yeni dönemde kazanması beklenen bir adayın “makbul aday” olması bu nedenle mühim. Makbul adayın karizmatik bir lider veya yine merkez sağa yakın vasat bir profilden doğmuş bir halk kahramanı olmasına seçim kazanmak için daha avantajlı olması nedeniyle olumlu bakabilirsiniz fakat ihtiyaç duyulan maalesef bu profil değil. Aday profili tartışmasına bahsettiğim yazımda daha önce yeterince yer verdiğim için burada bu konuyu tekrar ele almayacağım.

Ekrem İmamoğlu, Yusuf Balat’ın yazısında değindiği gibi Erdoğan karşısında bir seçim başarısı için tek tercih olarak görünüyor olabilir. Erdoğan “Kasımpaşalı” olarak gençliğinden beri hep golü atan en iyi forvet oyuncusu oldu ve henüz bu performansını geride bırakan bir futbolcu gibi jübile yapmaya hazır bekliyor da görünmüyor. İmamoğlu bize alışık olduğumuz vasat sağ siyaset profili bir aday olarak Erdoğan’dan fazlasını vaat etmiyor. Üstelik Trabzonlu bir müteahhit olarak İBB Başkanı olan İmamoğlu, Binali Yıldırım karşısında sahip olduğu kesin zafer avantajına Erdoğan karşısında sahip diyemeyiz. Evet Erdoğan ile bir aday yine popülist siyaset zemininde yarışacaksa ve tek amaç Erdoğan’ı yenmek ise bu aday Ekrem İmamoğlu’dur. Ancak bizim ihtiyaç duyduğumuz bu popülist döngüye tekrar düşmek değil, nitelikli bir siyasal katılımı yeniden sağlamaktır. Bu nedenle Altılı Masa ve sair muhalefetin hedef ve stratejisi güçlü bir aday kadar güçlü bir siyaset olmalıdır.

Oyunu kazanmak kadar tarihe geçecek oyun sistemlerini kurmak da önemlidir.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın AK Parti iktidarının 20. Yılında bir “Yeni Yüzyıl” çıkışı ile yaptığı 2023 vizyonu açıklamalarını daha önce ele almıştık. Bu vizyon ile bir süredir Erdoğan ve AK Parti’nin kamusal alanda ürettiği söylemin 10 sezon yayınlanan TV dizilerinde olduğu gibi bir döngüye girdiği açıkça görülüyor. Toplumun dini ve milli hassas noktalarına dokunmaya çalışarak bir iç ve bir dış düşman ilanı ile temellenen ve ekonomik tüm sıkıntılara rağmen aslında daha iyi olacağız söylemine dayanan, bir nebze de insanların nefsine hoş gelen bir emperyal özlem duygusuna değen artık siyasal söz söylemede oldukça zayıf kalan bir söylemi var AK Parti’nin. Kendi tükürdüklerini daima yalamak zorunda kalan iktidarın karşısında muhalefet neden sağlam bir ortak söylem ve çözüm odaklı siyaset dili geliştirmiyor? Neden güçlü aday gibi kolaycı bir yol kadar hali ortada olan bu söylemlere karşı hakiki ve nitelikli çözümler üreten bir siyasi kampanya yürütülmüyor?

Eğer ki siyasi dili ve seçim stratejisini Erdoğan karşısında bir futbol maçı oynayarak edilgen bir şekilde sürdürürseniz, bu hasta kan kaybından ölür; Erdoğan ise kendi oyununda gol yese bile mağlup olmaz, gerekirse kuralları değiştirir ve yine galip gelir. Kasımpaşa’nın 10 numara oyuncusuna karşı ancak takım oyunu kazanabilir ve bu takım oyununu Erdoğan’ın belirleyiciliği altında değil, Erdoğan’ı takımın özgün oyun taktiğine uymak zorunda bırakırsa kazanabilir. HDP ile ittifak ve PKK ilişkisi bağlamında geliştirdiği söylem ile Altılı Masayı düşürdüğü duruma karşın AK Parti’nin HDP ile görüşmeler gerçekleştirmesi buna açıkça bir örnektir. Yine bu vurgu üzerinden Erdoğan’ın Meral Akşener’e “Masayı terk edin” çağrısı Erdoğan’ın oyun taktiğine yerinde bir örnek olacaktır.

İmkan bulduğunda ikinci bir Erdoğan olmaktan asla geri durmayacak hatta daha iyisine kifayet edemeyeceği tahmin edilebilecek bir isim üzerinden yalnızca dereyi geçmeye dayalı bir strateji ülkeyi yeniden uzun yıllar boyu onulmaz yaralarla mücadele etmek zorunda bırakır. Özellikle genç kuşağın bu noktada siyaseti ve siyasetçileri eski moda vitrin oyununu bırakmaya zorlaması, bu bağlamda bir kamusal tartışma alanı inşa etmesi gerekmektedir. Entelektüel olarak kendine pay biçen/biçebilecek her ferdin ve her topluluğun bu sorumluluğu üstlenmekten kaçınmaması, layıkıyla yerine getirmek için canla başla çalışması tek çıkar yoldur. Muhalefetin ise kendine bir an önce çeki düzen vererek, güçlü aday ve vitrin siyasetini tamamen geride bırakması ve halka bunu ikna edici bir şekilde sunması elzemdir. Ancak o takdirde seçmen davranışı sandıkta karizmatik bir lidere değil, oyunu kuran ve taktiği geliştiren teknik direktör ile oyunu layıkıyla oynayan takıma yönelik bir meyil kazanır.

Oyunu kazanmak kadar tarihe geçecek oyun sistemlerini kurmak da önemlidir. Toplumsal fay hatlarını gözeten bir muhalefet tam anlamıyla birlikte hareket ederek bazen de bu fay hatlarına rağmen cesur adımlar atarak bir seçim başarısı kazanmasa bile tüm ülkenin hayrına sonuçlar elde edebilir. Yolu ve menzili bilmeden yola çıkmak karanlıkta kör yürüyüşüne çıkmak demektir.