Teorik olarak azınlıklar ve azınlık hakları konusunun hukuki değerlendirmeye tabi bir konu olduğunu önceki yazıda belirtmiştim. Osmanlı’nın dağılma sürecinden sonra kronik hale gelen sorunların tarihsel akışına kısaca değinme sebebim de hukuki çıkmazların alt yapısına işaret etmek istememdendi. Peki hukuk literatüründe azınlık hakları ne ifade ediyor, bunlar Türkiye’yi neden ilgilendiriyor ve karşısına nasıl çıkıyor?
Azınlıklar ve azınlık hakları; hem hukuk disiplinleri içinde hem politikada hem uluslararası ilişkilerde sık tartışmalara sebep olan konulardan. Birçok devletin politikasını olumlu veya olumsuz yönde etkileyen bu tartışmalar, şüphesiz öncelikle hukuku ilgilendiriyor.
Uluslararası belgeler arasında öneme haiz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde kategorik olarak isimlendirilmese de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin önüne gelen davalarla gelişen içtihatlar söz konusu.
19. yüzyıl, azınlık hakları gelişimi açısından önemli bir dönem. Bu dönemden sonra Fransız Devrimi, cihan harpleri, imparatorlukların dağılması ve ulus devletlerin kurulması ise azınlık haklarını başka bir evreye taşıyor. Kurulan yeni devletlerle beraber şekillenen sınırlar, yoğun göçler, çatışmalarla beraber inanç, kültür, dil, eğitim gibi birçok sahada tartışmalar yaşanmış ve yeni koruma mekanizmaları geliştiriliyor.[1] Dünya savaşlarından sonraki süreç olan son yarım asırlık dönemde etnik çalışmalar ve milliyetçiliğin evrensel olarak görünürlük ve tartışmalarının artmasında ise sosyalist rejimlerin yıkılması ve yeni etnik boyutlu mücadelelere sebep olmasının etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Yaşanan gelişmeler ve karşılaşılan sorunlar neticesinde uluslararası belgelere giren azınlık hakları, bugün birçok devlet için bağlayıcı normlar haline geldi. Uluslararası belgeler arasında öneme haiz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde kategorik olarak isimlendirilmese de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin önüne gelen davalarla gelişen içtihatlar söz konusu.
Mahkemeye çeşitli ülkelerde bulunan azınlık etnik, din, dil veya kültür grupları tarafından taşınan hadiseler; sözleşmede tanınan ifade özgürlüğü, mülkiyet hakkı, eğitim hakkı, özel hayata saygı, din ve vicdan özgürlüğü, ayrımcılık yasağı gibi birçok hakkın azınlık hakları içinde de değerlendirilmesine yol açıyor.
Azınlık kavramıyla ilgili ortak tanım yapılamamış olmakla beraber Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Konseyi (AK), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) tarafından yapılan çalışmalarda belirli kriterler şekillenmiş. Bu konuda en önemli çalışmalardan birisinin BM tarafından Francesco Capotorti’ye hazırlatılan rapor olduğunu ifade edebilirim.[2] Bu rapordaki tanımdan hareketle zikredilen kriterler, hemen hemen tüm tanımlar açısından kabul edilebilir.
Azınlıkların objektif kriterlerinden birisi nüfusun geri kalanından farklı etnik, dinsel ya da dilsel özelliklere sahip olmaktır. Bir topluluğunun azınlık olarak tanımlanabilmesi için bu üç unsurdan en az birinde farklılık taşıması gerekmekte.
Objektif kriterlerden bir diğeri nüfusun geri kalanına göre sayısal olarak az olmaktır. Bu kriterin istisnası da sayısal olarak az olduğu halde hakimiyeti elinde bulunduran topluluklardır. Nitekim bu istisna, üçüncü objektif kriter olan yönetici konumlarda bulunmamayı oluşturmuştur.
Dördüncü objektif kriter de devletin vatandaşı olmaktır. Yani mülteciler, sığınmacılar ve yabancılar azınlık kavramının dışında bırakılmıştır. Bunlarla beraber azınlık olmanın sübjektif kriteri de azınlık bilincidir.
Artık azınlıklar; dil, din gibi farklılıkları olan gruplar değil bu özelliklere sahip bireylerdir ve buna dayalı hakları bireysel korumaya alınmıştır.
Bu konuda esas gelişmelerin yaşandığı dönem 2. Dünya savaşı sonrasıdır. Bu dönemden itibaren artık azınlıklar; dil, din gibi farklılıkları olan gruplar değil bu özelliklere sahip bireylerdir ve buna dayalı hakları bireysel korumaya alınmıştır.
Birleşmiş Milletler belgelerinden Birleşmiş Milletler Şartı’nın 1. maddesindeki ırk, cinsiyet, dil ve din ayrımı gözetilmeksizin herkes için insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı ifadesinin; azınlık haklarının önemli bir ivmesi olduğunu söyleyebilirim. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde de ayrımcılıkla ilgili düzenlemeler yer almıştır. Buradan hareketle normatif hukuk açısından azınlık haklarının temelinin bir anlamda ayrımcılık yasağı olduğu çıkarımını yapabiliriz.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin çeşitli maddelerinde ele alınan bu haklar, mahkeme kararları ile güvence altına alınmıştır. Hakkında genelde ihlal kararı verilen Türkiye’nin de bu konuda karnesinin kötü olduğunu görmekteyiz.
Mahkeme; mevcut şartlarda ülke içindeki idari, hukuki ve cezai yolların işlevsiz olduğunu, devletin güvenlik güçleriyle ilgili etkili soruşturmalar yürütmediğini ve cezai işlem uygulamaktan geri durduğunu belirtmiştir.
Örneğin Doğan ve diğerleri ile Türkiye davasında mahkeme; devlet yetkililerinin iç hukuk yollarının tüketilmediği iddialarına cevaben mevcut şartlarda ülke içindeki idari, hukuki ve cezai yolların işlevsiz olduğunu, devletin güvenlik güçleriyle ilgili etkili soruşturmalar yürütmediğini ve cezai işlem uygulamaktan geri durduğunu belirtmiş.[3]
Din ve inançlara saygı, ana dilinin kullanılması, öğrenilmesi ve öğretilmesine saygı konusunda Kıbrıs ve Türkiye davası da emsaldir. Mahkemenin tespitlerine göre Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan Rum ailelerin çocukları için ilkokul imkanı olmasına rağmen ortaokul düzeyinde kurum yoktur. Kuzey yönetiminin; Rum velilerin, çocuklarının kendi dillerinde eğitim almaları yönündeki taleplerini görmezden gelmemeleri gerektiğini belirtmiştir.[4]
Bir diğer önemli dava olan İzzettin Doğan ve diğerleri ile Türkiye kararında ise başvurucular Türkiye’de Alevilik inancına mensup kişilerdir. Mahkemenin tespitine göre Türkiye Devleti; Alevi inancına mensup vatandaşların taleplerini dikkate almamış, ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmadan çoğunluğun inanç saiklerine göre hareket etmiş, dini çoğulculuğu muhafaza etmesi gerekirken çeşitliliğe saygı göstermekten geri durmuştur.[5]
Azınlık hakları konusu Türkiye’yi önemle ilgilendirmektedir. Türkiye, azınlık kavramının yorumunda Lozan Anlaşması’nda kabul ettiği kriterler üzerinden hareket etse de mahkemenin önüne gelen birçok davada ülkede yaşayan farklı etnik, dil, mezhep gruplarının da azınlık olarak kabul edildiğini ve ekseriyetle ihlale hükmedildiğini görmekteyiz. Avrupa Konseyi üyesi ve sözleşmenin tarafı olan Türkiye’nin mahkeme içtihatlarına uygun olarak gerekli iç düzenlemeleri yapması, Avrupa toplumunun bir parçası olma hedefi açısından önem arz ediyor.
[1] Hasan Tunç, “Uluslararası Sözleşmelerde Azınlık Hakları Sorunu ve Türkiye”, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.VIII, No: 2, 2004, s. 2.
[2] Sabahattin Nal, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hukukunda Azınlık Hakları, Ankara, Nobel Yayın, 2010, s. 16.
[3] AİHM, Doğan ve diğerleri ile Türkiye, 29/06/2004, Başvuru No: 8803-8811/02, 8813/02, 8815-8819/02.
[4] AİHM, Kıbrıs ve Türkiye, 10/05/2001, Başvuru No: 25781/94
[5] AİHM, İzzettin Doğan ve diğerleri ve Türkiye, 26/04/2016, Başvuru No: 62649/10.