Cevdet Said’in sunmuş olduğu formüllerin tartışılması gerektiğini belirtip öncelikli meselemiz olan şiddet sarmalından bahsederken bu kültürün toplumsal ve bireysel hayatımızdaki yerini düşündüm. Devletler arası ilişkiler, halklar arası çatışmalar, aile içi sorunlar ve bireysel ilişkilerimizdeki farklı düzeylerde oluşan şiddet/baskı döngüsü… Said’in odaklandığı ve pratik bulduğum çözüm noktası; insanları ve toplumları sorgulama, yargılama yetkisinin insanda değil Allah’ta olduğunun altını çizmesi oldu. O halde bu yetkilerin tanınmadığı insana farklı bir ideal sunulmalıydı. Yaygın dini anlatıda çok sık değinilmeyen, değinildiği noktalarda ise belli bir kontrolle anlatılan bir noktaya parmak basıyordu.
Said, bu zorbalık döngüsünden bizi çıkarabilecek başka bir kapıya işaret ediyor: Adem’in oğlu Habil’in benimsediği ‘öldürmek kastıyla kardeşine el kaldırmama’ yöntemi. Çünkü bu roller yerine getirildiğinde öldüren de ölen de aynı kurgunun bir parçası oluyor. Bu da oyunun devam ettiği anlamına geliyor.
Karşılaştığı durumlardan olumsuz olarak etkilenen, kötülüğe maruz kalan birey veya toplumlara; buna karşılık takınılması gereken tavrın bedel ödetme olmaması gerektiğini anlatıyordu. Ona göre intikam hissi neredeyse herkesin psikolojisine kök salmış durumda ve bu durumun kaynağını din öğretileri değil kültürler oluşturuyor. Said, bu zorbalık döngüsünden bizi çıkarabilecek başka bir kapıya işaret ediyor: Adem’in oğlu Habil’in benimsediği ‘öldürmek kastıyla kardeşine el kaldırmama’ yöntemi. Çünkü bu roller yerine getirildiğinde öldüren de ölen de aynı kurgunun bir parçası oluyor. Bu da oyunun devam ettiği anlamına geliyor. Bedel ödetme maksadıyla yer değiştirmeleri de işin mahiyetini değiştirmiyor. Said’e göre şiddetin ve baskının el değiştirmesi üzerine kurgulanan oyundan büsbütün çıkmadığımız müddetçe toplumlarımızda demokrasi yerleşmeyecek ve sorunlarımız çözülmeyecektir. Demokrasi de tıpkı İslam öğretisinde olduğu gibi kendinden öncekileri silmeli, affetmelidir.
Af konusunu sadece toplumsal düzeyde değil bireysel yaşamda da ele alarak aşağıda değineceğim değişim yasasıyla da uyumlu bir döngü oluşturmuş oluyor. Bu konuda da referans aldığı dini kaynakların başında 2 ayet geliyor. Fussilet Suresi’ndeki “Madem ki iyilikle kötülük bir değil, sen kötülüğü güzel olan ile savuştur; bak o zaman seninle arasında düşmanlık olan biri bile sana sımsıcak bir dost kesiliverir.” ayetinden sonra Mü’minun Suresi’ndeki “Sana yapılan kötülüğü en güzel biçimde sav.” emrine değiniyor. Bunları ele alırken, kullanılan ‘en güzel’ ifadesine odaklanıyor ve tercih edilecek yolun güzel olmasının da yeterli olmadığını, en güzel yolun tercih edilmesi gerektiğini vurguluyor.
Öğretisini desteklediği tek kaynak elbette Kuran değil. Bize sevgi ve af öğretisini güzel bir biçimde aktaran İncil’e de değinerek Hz. İsa’nın “Düşmanlarınızı sevin, sizden nefret edenlere iyilik yapın, size lanet edenler için iyilik dileyin.” sözlerini hatırlatıyor. Yine bağışlamanın kutsallığını anlatırken Hz. İsa’nın “Yedi kez demiyorum, bilakis yetmiş kere yedi kez hata yapsa yine bağışlamalısın.” cevabını hatırlatarak affetmek dışında kesin bir yol olmadığını ifade ediyor. Said’e göre tüm bu yorum tarzına göre yaşamak, alışılmışın dışında bir nefes alma tekniği geliştirmemizi gerektiriyor. İlk bakışta bu yeni nefes alış ve hayat tarzının bizi boğacakmış gibi hissettirmesi doğal olsa da ileri toplumsal hayatın temeli olan ‘başkalarını tercih’ aşamasına ulaşmamızın başka bir yolu bulunmuyor.
Yaşamındaki inanç - söz – eylem uyumuna yoğunlaşmadan inanç sahibi olduğunu iddia edenlerin çoğunluğu, kutsallıklar altına sığınıyor. Said’in tespitine göre dinlerini en çok kutsayan grubu da Müslümanlar oluşturuyor.
Said’e göre bu değişim gerçekleşmeden imanın meyvelerini vermesi mümkün değildir. Çünkü inanç ve eylemin uyum içinde olabileceği tek durum budur. Realitede yeryüzünün çoğunluğu nesepleriyle övünmekte, mensup oldukları dinle iftihar etmekte ama eylemlerine ve bunların sonuçlarına dönüp bakmamaktadır. Çünkü birçok inanç mensubu kendilerini Tanrı’nın seçilmiş evlatları olarak görmektedir, cennete girecek olan da sadece kendi inancına mensup olanlardır. Halbuki inanç, Hz. İsa’nın “Sizler eylemlerinizin çocuklarısınız.” ifadesiyle ele alınmalıdır. Bu bölümleri okurken aklıma gelen ayetlerden birisi de Titus bölümündeki (1:16) “Tanrı’yı tanıdıklarını ileri sürer ama eylemleriyle O’nu inkar ederler.” oldu. Yaşamındaki inanç - söz – eylem uyumuna yoğunlaşmadan inanç sahibi olduğunu iddia edenlerin çoğunluğu, kutsallıklar altına sığınıyor. Said’in tespitine göre dinlerini en çok kutsayan grubu da Müslümanlar oluşturuyor. Hatta zamanla bu kutsama ataların kutsanmasına dönüştüğü için sadece günümüzün değil geçmişin yükünü de omuzlamak zorunda kalıyorlar.
İnancın kutsanması veya başka alanlarda kutsallar oluşturulması, pratiğe döndüğümüzde vahim sonuçlar ve baskılar doğurabiliyor. Ülkemizde de sık sık yaşadığımız, farklı yorumlar ve yaklaşımlar dile getiren düşünür, din insanı veya siyasetçilere karşı takınılan tavır bunun en somut örneği. Said’e göre düşünceden ve düşünmekten bu kadar korkmak ve farklı fikirler dile getiren insanlara karşı yapılan saldırılar, fikren felce uğramış bir toplumda etkinliği olan tek savunma mekanizmasıdır. Halbuki inanç pratiğinde olması gereken insanlara seçme özgürlüğünün verilmesidir. Direk kendi ifadesiyle aktaracak olursam biz, insanlara seçme özgürlüğü verilirse Allah’ın seçimleri kaybedeceğini zannediyoruz. Bu nedenle de halkı Müslüman olan ülkelerin hemen hepsinde sosyal hayat da yönetim de özürlü bir durumdadır. Müslüman halklar, sosyal hayatta takındıkları tavrı siyasette de sürdürerek parlamentoyu anlamsızlaştırmış, içini boşaltmışlardır. Parlamentonun etkin olmadığı ülkelerde de demokrasi ve özgürlükten bahsetmek mümkün değildir.
Bunca problem arasında temele aldığı yasa, ‘bireysel ve toplumsal değişmenin yasası’dır. Bu yasa, tüm insanlığa uygulanabilecek bir kainat yasasıdır. Yasanın temelini oluşturan “Kuşkusuz Allah, onlar nefslerinde olanı değiştirmedikçe, bir toplumun durumunu değiştirmez.” ayetini ele alırken bir değişim ilkesi olarak vasıflandırıyor. Buna göre ilk önce oluşması gereken değişim, Allah’ın topluma görev ve yükümlülük olarak verdiği değişimdir. Gerçekleştirilmesi gereken bu değişim, öncelikle nefslerde var olana ilişkindir çünkü Allah, insandan nefsini arındırmaya veya azdırmaya güç yetirebilen bir varlık olarak bahsetmektedir. Bu değişim ilkesini anlayabilmek için toplumun değişmesiyle Allah’ın toplumu değiştirmesini bir arada ele almak zorunludur. Buradaki taahhüt yalnızca toplum planında geçerlidir ve dünyevi bir nitelik taşımaktadır.
Sorunların tespitinde dahili nedenlere odaklanarak temelden bir çözüm önerisi sunmaya çalışan Cevdet Said, eserlerinde değindiği noktalarla yaygın öğretide göz ardı edilen birçok noktayı bize hatırlatmış oluyor. Dünyayı kasıp kavuran şiddet sarmalından çıkış için sunduğu değişim yasası ve af metodu, Müslüman dünyada sunulan birçok fikre karşı dik duruş sergiliyor. On yıllardır Müslümanların fikirlerine saygı duymadığını söyleyen Cevdet Said’le aynı noktada bulunmanın burukluğunu yaşıyorum ister istemez. Çünkü mevcut durumu bu fikirler üretti ve sürdürüyor. İşin özü, eğer inanıyorsak İslam, bireysel veya toplumsal hayatta iktidarı güç kullanarak elde etmeyi asla kabul etmez ve gösterdiği barış - bağışlama yolundan gidenlerin ancak sabırlı olanlar olduğunu açıkça belirtir.
(Cevdet Said hakkında yazılan 2 yazılık bu seride kendisinin “Şiddet Erdemi Öldürür”, “Bireysel ve Toplumsal Değişmenin Yasaları”, “Ademoğlunun İlk Mezhebi” isimli kitaplarından yararlanılmıştır.)