Abdullah Atala

Sorun tespitinin ötesine geçip, bir değişim reçetesi sunmaya çalışanların çoğunun terk edildiği yalnızlığı yaşayarak kısa süre önce aramızdan ayrılan Cevdet Said’le vefatından sonra tanışanlardanım. Kitap ve fikirleriyle tanışmadan önce sahip olduğum bazı düşüncelerimi temellendiren yaklaşımlarının olduğunu gördüğümde daha yüksek sesle tartışılması gereken noktalara değindiğini fark ettim.

Said’i anlatmaya başlarken belirtmem gereken ilk nokta sorun tespitine dair yöntemidir. Çünkü yöntem olarak tercih ettiği ‘sorunlarda dahili nedenlere odaklanma’ tarzı, değişim önerilerinin temelini oluşturuyor. Onun yaklaşımına göre insanı hariçten kuşatan zulüm yoktur ve bu nedenle değişim probleminin çözümü nefste aranmalıdır. İçinde bulunduğumuz şartları konuşurken düşmanı suçlamak ve sorunu sömürgeciliğe indirgemek, çözüm için doğru bir başlangıç değildir.

Onun yaklaşımına göre insanı hariçten kuşatan zulüm yoktur ve bu nedenle değişim probleminin çözümü nefste aranmalıdır. İçinde bulunduğumuz şartları konuşurken düşmanı suçlamak ve sorunu sömürgeciliğe indirgemek, çözüm için doğru bir başlangıç değildir.

Yüzlerce yıldır insanlığı meşgul eden, son yüzyıl özelinde ise Müslüman toplumlarla anılan şiddet sorunu, yarım asır boyunca anlattığı konuların başlangıcını ve temelini oluşturuyor diyebiliriz. Yaşadığı Müslüman toplum içinde fazlaca şikayet ettiği konular; halkın şiddeti dışlayarak sivil itaatsizliği tercih eden, demokrasi ve hakları önceleyen bir çözüm üzerine odaklanmaması üzerineydi. Şiddet karşıtlığını ve barış mesajını ilk insan örnekliğine dayandırıyordu. Adem’in oğulları olan Habil ve Kabil arasındaki hadise, aktarılan ilk şiddet örneğiydi ve Habil’in şiddet karşısındaki tutumu da insanlığın sonuna kadar tüm toplumlara ışık tutacak bir yasaya işaret ediyordu. Bu noktada kardeşi Kabil'in onu öldürmek istemesine karşı Habil'in “sen beni öldürmeye davransan da ben sana elimi kaldırmayacağım” ifadesi, Cevdet Said’in aktarmaya çalıştığı barışçıl yöntemin özünü oluşturmaktadır.

Golan tepelerinde doğmuş bir Çerkes’in; Kafkasya’dan Suriye’ye, Suriye’den Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmış olmasının nedeninin şiddet olduğunu düşündüğümüzde, bu sorunun yol açtığı bedellere maruz kalmış biriyle muhatap olduğumuzu fark edebiliriz. Bununla beraber hayatındaki anekdotlara baktığımızda barışçıl yönteminin pasif bir tutum içermediğini, güçlü olana boyun eğmeme ve zulme rıza göstermeme hassasiyeti taşıdığını söylemeliyiz. Nitekim 2011’de Suriye’de yönetime karşı barışçıl gösterilere destek vermesine rağmen olayların silahlı bir boyuta ulaşmaması gerektiğine dair sık uyarılar yapmıştı. Protestoların silahlı bir boyuta ulaşmasından sonra da silaha sarılanları şiddetle eleştirmişti. Elbette halkın, rejimin hapishanelerinde yatmış bir alimden beklediği tutum bu değildi. Bu yüzden Said, “Meşru müdafaa için silah kaçınılmazdır” diyenler için hayal kırıklığı yaşatmıştı.

Said’e göre çıkış noktamız insani içgüdü ise; zulme, benzer bir zulümle karşılık verebiliriz. Eğer çıkış noktamız küresel insan haklarından kaynaklanıyor ise bu durumda halkların kendilerini her türlü yöntemle müdafaa etmesi de hoş görülebilir. Fakat kendi tabiriyle Ademoğlu Habil’in mezhebine mensup olduğumuzu iddia ediyorsak, başarısız olma ihtimalini de hesaba katarak barış yolunu tercih etmemiz gereklidir. Çünkü tespitine göre silah ve şiddet kullanımı, Suriye’de çok daha vahim yıkımlara, zorunlu göçlere ve cinayetlere sebep olmuştur.

Şiddet kullanımı yoluyla yönetimin ele geçirilmesi de tarih boyunca olumlu bir netice doğurmamıştır. Said bu noktada güç kullanarak belirli şeyler elde etsek bile birbirimizi öldürmeye devam edeceğimizi iddia etmektedir. Çünkü zor kullanarak iktidara gelenler hiçbir zaman ortak kabul etmemişlerdir. Ona göre şiddet yöntemini kullanarak devrim hayali kuranlar, iktidara gelince firavunlaşacaklardır. Kendi tanımına göre firavun, bir şahıs adı olmayıp tüm tiranların ortak adıdır. Arap ülkeleri, İran, Osmanlı gibi devletleri de silahla geldikleri, silahla yönettikleri ve silahla gittikleri için firavunlukla itham etmektedir. Halbuki son peygamber Veda Haccı’nda, “Cahiliyede olduğu gibi benden sonra yeniden birbirinizin boynunu vurmaya başlamayın” diye uyarmıştır. Buna rağmen ilerleyen süreçte yapılan cihat yorumları, şiddetin meşrulaştığı bir zemin oluşturmuştur.

Şiddet kullanımı yoluyla yönetimin ele geçirilmesi de tarih boyunca olumlu bir netice doğurmamıştır. Said bu noktada güç kullanarak belirli şeyler elde etsek bile birbirimizi öldürmeye devam edeceğimizi iddia etmektedir. Çünkü zor kullanarak iktidara gelenler hiçbir zaman ortak kabul etmemişlerdir.

Şiddetsizlik ilkesini reddedenlerin, cihadı devre dışı bırakmış olacaklarına dair itirazlarına sıkça muhatap olan Said; cihadın, vakit ve enerjimizi toplumu inşa / ıslah etmek için gayret göstermek olduğunu idrak etmemiz gerektiği uyarısını yapmaktadır. Çünkü ona göre savaş ölmüştür, sorun çözme kabiliyetini yitirerek kötü insanların geçim aracına dönüşmüştür.

Şiddetsizlik ilkesi, zorbalığa teslim olmak veya sessiz kalmak değil aksine karşı çıkışı barışçıl yöntemlerle yapmaktır. Erdemli toplum oluşturulmadan herhangi bir çeşidiyle şiddet kullanımı, Said’e göre İslam’ın başlangıç prensiplerine aykırıdır. Çünkü Allah, yaklaşık 15 yıl süren temel aşamada, nefsi müdafaa için bile olsa şiddet kullanımını yasaklamıştır. Nübüvvetin son 8 yılında ise belirlenmiş yasalar çerçevesinde şiddet kullanımına izin vermiştir. Bugün sağlam bir temel oluşturulmadan şiddete başvurmak, güç kullanarak yönetimi devralmak yerine en güçlü silahımız ilmi çalışmalar, yönetim sistemimizde doğruluk, erdem ve adalet olmalıdır. Bu noktada yönelttiği bir eleştiriyi de Müslüman halkların gençlerinin din uğruna canlarını fedaya hazır olduklarını fakat içlerinde yıllarını kapsamlı bir çalışmaya, bir konuyu aydınlatmak için çalışmaya adayanların çok nadir olduğunu dile getirerek yapmaktadır.

Barış ilkesi sonrası tüm peygamberlerin esas gönderiliş amacının adalet ve eşitliği sağlamak olduğunu anlatmaktadır. Said’e göre bir insan başkalarını öldürmüyor ve yurtlarından sürmüyorsa iyiliğe dayalı ve adil bir ilişkiyi hak ediyor demektir. Bu ilişki taraflarının inanç ve dinleri de sorgulanmamalıdır. Çünkü bir insanı inancı veya düşüncesinden dolayı sorgulamak insanın değil Allah’ın yetkisindedir. Bu noktada din, etnik köken, cinsiyet gibi ayrımlara yer vermeden eşit bir düzen oluşturmak inancın emrettiği ilkedir.

Said’e göre bir insan başkalarını öldürmüyor ve yurtlarından sürmüyorsa iyiliğe dayalı ve adil bir ilişkiyi hak ediyor demektir. Bu ilişki taraflarının inanç ve dinleri de sorgulanmamalıdır. Çünkü bir insanı inancı veya düşüncesinden dolayı sorgulamak insanın değil Allah’ın yetkisindedir.

Cevdet Said’in şiddet haricinde tespit ettiği kronik sorunlar, bunlara dair sunduğu yasalar, demokrasi ve şura noksanlığından kaynaklı sonuçlar, ütopik bir şekilde aktardığımız af konusu ise değinilmesi ve tartışılması gereken diğer hareket alanları. Sorun hayatımızdaysa çözüm odağını uzaklarda aramak uzun bir süre daha kendimizi avutmamıza yol açacaktır. Bu nedenle Said’in neşter attığı yaralardan meseleyi ele almaya devam edeceğim.