Başörtüsü konusu Türkiye’nin kronik hastalığı olan bir konu. Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçtiğimiz günlerde sosyal medyadan yayınladığı açıklaması ile başörtüsü sorunu ve çözümü yeniden gündeme geldi. Kılıçdaroğlu’nun yasal bir düzenleme ile soruna kökten çözüm önerisi siyasetin ve medyanın ilgisini sorun tanımı ve çözüm arayışı üzerine bir tartışmaya çekti. Ana muhalefet lideri başörtüsü konusunda böyle bir çıkış yaptıktan sonra doğal olarak Recep Tayyip Erdoğan da bir kökten çözüm önerisi ile karşılık verdi. Başörtüsü eksenli tartışma, hepimizin gözleri önünde siyasi tarafların yasa çıkarılması veya anayasal düzenleme ekseninde sürdürülürken kronik hastalığın kaçınılmaz olan semptomları kendini gösterdi. Türban ile kurulan sembolik virüs tehlikesi ilişkisi, ifade ve vicdan hürriyeti ile başörtüsü mücadelesi korelasyonu, “Baş örtmek farz mı?” tartışmaları, “Şimdi sırası mı?” çıkışları, “En iyi başörtüsü özgürlüğünü biz verdik.” ve “Senin/sizin öncenizi de biliyoruz, oy için yapıyorsunuz” yargılamaları bu semptomlara örnek verilebilir. Biz artık “Başörtüsü bir hak mıdır?” gibi bir soru etrafında hak ve özgürlük tartışmasına muhatap değiliz, biz bu semptomların oluşturduğu rahatsızlığın günübirlik tedavisinin derdindeyiz. Ancak başörtüsü ile gündeme gelen hak, özgürlük ve yasal düzenleme tartışmaları bu günübirlik tedavinin reçeteleri ile suhulete kavuşmaz. Başörtüsü, bir özgürlük veya hak çerçevesinde mi ele alınmalı?
Kılıçdaroğlu’nun açıklaması ve CHP’nin tasarısına İktidar ve çevresinden gelen tepki samimiyetsiz olduğu yönündeydi. Aynı şekilde Erdoğan ve AK Parti’nin anayasal düzenleme çağrısı da başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere sosyal medyada samimiyetsizlikle itham edildi. Bu halde akıllara bir soru geliyor, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? Tartışmanın taraflarının ‘devlet ciddiyeti’ vurgularına rağmen bu yaklaşımlar maalesef umut kırıcı olmaktadır.
Sürekli konuşulanları tekrara düşmek istemem, lakin konu gündeme gelir gelmez cereyan eden tepkileri ele almakta fayda var. Daha önce makbul aday ile ilgili yazdığım yazıda değindiğim fay hatları hususu bu konuya dair tartışmalarda da göze çarpıyor. Bu nedenle mezkur tepkileri dikkatle incelemek ehemmiyet arz etmektedir. Kılıçdaroğlu’nun yasa teklifi açıklamasının akabinde CHP’nin sunduğu yasa tasarısı gündeme geldi. Sayın Cumhurbaşkanı ise geçtiğimiz Çarşamba gününü, yani 5 Ekim Çarşamba gününü bekleyin diyerek “Biz daha etkili bir öneri getiriyoruz.” dedi. Nihayetinde ise bir anayasal düzenleme ile “başörtüsü” özgürlüğünü korumayı ve sorunu kökten çözmeyi önerdi. İki farklı çözüm önerisini incelediğimizde CHP’nin önerisinde başörtüsü ifadesinden ziyade daha genel bir hak ve özgürlük söylemi göze çarpıyor. Teknik incelemesini hukukçulara bırakarak, söylemin çağrışım yaptığı noktalara bakalım. Giyim, tercih, din ve vicdan hürriyeti bağlamında hümanist ve liberal bir yaklaşım olduğunu söyleyebiliriz. Sayın Kılıçdaroğlu’nun açıklamasında da bu konuya kökten çözüm üreterek yarayı kapatmak ve kendisinin helalleşme perspektifinde geçmiş hesaplara son vermek gayesi göze çarpıyor. Aynı açıklamada kalkınmaya dair vurgular; çevre, gelecek, dünya ile rekabet, büyüme ve Türkiye’yi barıştırma söylemleri de dikkati cezbediyor. Bununla beraber katı kutuplar bu açıklamayı mevzubahis kavramların vurgusundan ziyade iki temelde muhatap aldılar.
Tarafların konuyu ele alış yaklaşımlarından birincisi CHP taraftarı olan ve katı bir şekilde laiklik, seküler yaşam ve çağdaşlık değerleri üzerine kurulu Kemalist kesimin “Oy kazanmak için onlara benzemeyin.” veya “Altılı masadaki ortaklarınız için böyle çıkış yapıyorsunuz?” minvalinde tepkilerinden oluşuyor. Bu tepkiler daha önce de değindiğim katı ve kırılgan fay hatlarının bir sonucu. Emre Kongar ve Enver Aysever vb. isimlerin konuya yaklaşımları ise bahsedilen fay hatları ile birlikte katılaşan duvarların sonucu. Hatta Sera Kadıgil’in açıklamasında değindiği laiklik çizgisinin bir kesim tarafından taviz verilemez bir kırmızı çizgi oluşu ile ilgili. Başörtüsü için çözüm aramak bir taraf için kırmızı çizgi ihlali ve taviz olarak algılanıyor. Sera Kadıgil’in ise konuyu seküler yaşam tarzını benimseyenlerin uğradığı ayrımcılık, LGBT bireylere yönelik şiddet, çocuk istismarı gibi varlığı kabul edilen ve ülkenin kanayan başka yaraları olan konuları gündem ederek dile getirmesi ise başörtüsü sorunu ve bu soruna muhatap olanları, kendisinin kırmızı çizgilerindeki katılık nedeniyle göremediğini bize ayan kılıyor. Kadıgil’in değindiği diğer sorunların önemi inkar edilemezken Türkiye’nin en çetin sorunlarından biri olan başörtüsü meselesini yok sayması kutuplaşmanın ve ideolojik duvarların ne denli sağduyudan uzak sonuç doğurduğunu gözler önüne seriyor. Öte yandan müzmin AKP seçmeni ya da destekçisi çevrelerde ise sosyal medyada “Bakın bu adam size nasıl da bu konulara hassasiyeti öğretti, nasıl da yola getirdi.” yorumları ise her zaman olduğu gibi yine zuhur etti. Birbirinden mahiyet olarak ayrılmayan her iki yaklaşımda çözüm ve uzlaşı zeminine katkı sunmak bir kenara, kabuk bağlayan bir yara varsa tekrar kanatmak üzere etki ediyor.
Meral Akşener ise “kapanan yaralara değil kanayan yaralara” işaret ederek yoksulluk, geçim sıkıntısı gibi hususlarda daha ehemmiyetli bir gündem olduğunu dile getirdi. Akşener’in Sera Kadıgil’in çıkışına benzer bir söylem barındıran bu yaklaşımı, başörtüsü sorununun varlığını kabul etmesi ve ideolojik bir kırmızı çizgi çekmemesi ile ayrışıyor. Akşener, kendisinin de konu hakkında gerekenleri söylediğini, başörtülü milletvekillerinin meclise alındığı oturumu kendisinin yönettiğini dile getirerek sorunun çözülmüş olduğunu düşündüğünü gösteriyor. Ahmet Davutoğlu’nun açıklamaları ise adeta İsmail Küçükkaya’nın iddiasını doğrular nitelikte Kemal Kılıçdaroğlu’na bu açıklamayı yapması telkininde bulunduğunu düşündürecek mahiyetteydi. Davutoğlu, Kılıçdaroğlu’nun çıkışını desteklemesinin yanında bu yasal düzenlemenin Kürt meselesi, Alevilik gibi pek çok sorunun çözümü için de bir adım olacağını dile getirdi. Temel Karamollaoğlu’da aynı şekilde destek açıklamasında bulundu. Buradan da görüyoruz ki altılı masanın muhafazakar kanadı toplumsal açıdan dindar kesimi doğrudan muhatap kabul ediyor, önemsiyor. Keza İsmail Küçükkaya’nın programına konuk olan Davutoğlu, Cumhuriyet’in yüzüncü yılına temel fay hatlarını derinleştirmek yerine çözerek girelim söylemi ile uzlaşı çağrısını yineledi. Bu söylemin toplumsal ve siyasal bir karşılık bulması mümkün mü? Elbette mümkün ancak bu tamamen sürecin nasıl ilerletilebildiği ile ilgili. Denklemde önemli bir başka değişken ise halkın siyasette genel olarak kalkınma odaklı yaklaşımlara verdiği desteğin beraberinde daha sağ, geleneğe yakın, din ve kültür ile ilgili bir şekilde fotoğrafta bağ kurabildiği isimlere gösterdiği teveccüh. Bu teveccühün ezanın Arapça okunmasında Menderes’e, halkın içinden çıkan görüntüsüyle Demirel’e, geçim derdinden mahzun halkın “Karaoğlan” Ecevit’e, “Takunyalı” Turgut Özal’a, Milli Görüş lideri Necmettin Erbakan’a ve İmam Hatip mezunu Erdoğan’a ne şekilde, nasıl ve hangi saiklerle gösterildiği de başörtüsü tartışmalarında ihmal edilmemelidir.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklaması ve CHP’nin tasarısına iktidar ve çevresinden gelen tepki samimiyetsiz olduğu yönündeydi. Aynı şekilde Erdoğan ve AK Parti’nin anayasal düzenleme çağrısı da başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere sosyal medyada samimiyetsizlikle itham edildi. Bu halde akıllara bir soru geliyor, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? Tartışmanın taraflarının “devlet ciddiyeti” vurgularına rağmen bu yaklaşımlar maalesef umut kırıcı olmaktadır. Yine de siyasilerin arasında cereyan eden çatışma iletişimi yine de Kılıçdaroğlu’nun böylesine derin yaralar barındıran bir konuyu gündem ederek çözüme davet etmesinin kıymetli olduğu gerçeğini örtmez. Her ne kadar farklı çevreler arasında yaşanan çatışma sorunun kendisini ve çözümü gölgede bırakıyor olsa da CHP Genel Başkanı’nın bu konuda bir adım atması önemlidir. O nedenle konu siyasetin çatışma dilinin insafına bırakılmamalı, sivil toplumun ve başörtüsü mücadelesinin kahramanlarının müdahil olması ile tartışılmalıdır.
Başörtüsü bir hak veya özgürlük değildir, müslümanlar tarafından yerine getirilen bir farzdır.
Başörtüsü kamusal alanda henüz yeni makbul iken, medya, sinema ve iş dünyasında hâlâ başörtüsü önyargısı aşılamamışken bu sorunu yok saymak kötü niyetlilik yada bencillik değilse ancak basiretsizlik olarak adlandırılabilir. Burada, başörtüsü mücadelesinin özellikle 90’lı yıllar ve 2000’lerin başında, 28 Şubat sürecinde öncülüğünü üstlenen, bu mücadeleyi yürüten, Beyazıt Meydanında, kampüslerde, mahkeme salonlarında azimle duruşunu koruyan kadınların ve onlara destek olan bir avuç erkeğin hakkını teslim etmek bir borçtur. Bugün üniversitelerde, kamuda, okullarda başörtüsüne dair elde edilen serbestlik her ne kadar tartışmalı bir yol ve konum üzere olsa da eğer bir başarı ise bunda ne meclisteki partilerin ne de yasaların değil, anılan mücadeleyi yürüten insanların emeği söz konusudur. Başörtüsü başta olmak üzere bir Müslüman’ın Allah’ın emrini yerine getirmesi hiçbir şekilde bir hak ve özgürlük tartışmasının konusu olamaz. İnsanların dini gereği yerine getirdiği bir emrin kısıtlanmasının hukuki yaptırımları olabilir ancak bu bir özgürlük ya da hak olarak yasalarla tanımlanarak verilen bir şey olmamalı. Aksi halde iman ve ibadet; yaşam, beslenme gibi negatif haklar bağlamında ele alınan doğallıktan uzak ve kısıtlı bir yere hapsedilmiş olur. Elbette İslam harici dinler için de çeşitli vecibeler söz konusudur ve bu hususta aynı şekilde insanların uygulaması açısından yeme-içme, barınma gibi doğal hak olarak teşekkül etmelidir. Biz siyasi tartışmaların odağında Allah’ın emir ve yasaklarını malzeme yaparak hak ve özgürlük mücadelesi vermiş olmayız. İnsanların iman ettikleri hakkında muhatap olacakları nokta; eğer bu imanın gereği ya da nihayeti olarak bir diğer inanç sistemi ile savaşı söz konusu değilse bir insanın ancak imanın gereğini yerine getirmesine kolaylık sağlamak üzere hakkında konuşulabilir bir yasal düzenleme olabilir. Başörtüsü bir hak veya özgürlük değildir, müslümanlar tarafından yerine getirilen bir farzdır. Bir müslüman olarak öncelikle bu hakikati idrak etmek ve uygulamak ile mükellefiz. Sonrasında toplumsal bağlam, kültürel ve yasal ihtiyaçlar açısından bu konu incelenebilir. Tüm meselelerimizde olduğu üzere başörtüsü sorunu hakkında yapılması gereken kalıcı çözümlere yönelik çalışmak, radikal ve marjinal çıkışlara imkan vermeden soruna muhatap tarafların merkez alındığı bir ortaklık ile çözümü getirmek ve sorunu derinleştirmemek aklı selim sahibi herkesin görevidir. Yani hak ve özgürlük tartışmasından ziyade, bir insanın imanı gereği yaptıklarının herhangi bir saikle engellenmesinin önüne geçecek bir güvence sağlanmalıdır.