2 Ekim 2022’de Bosna Hersek’te hem Başkanlık Konseyi hem Temsilciler Meclisi ve federasyondaki Kanton seçimlerinin gerçekleştirileceği günün ortasında uluslararası bir öğrenci toplantısındayken seçimin sona ermesinin ardından bir telaş ile eve dönüp sonuçları takip etmeye hazırlandım. Hırvat bir dostum acelemin sebebini öğrenince oldukça alaylı bir şekilde gülüp ‘hiçbir şeyin değişmeyeceğini’ vurgulayıp konuyu kapattı. Aslında fıkra gibi bir olay yaşandı. Belgrad’da endişeli bir Türk ve umursamaz bir Hırvat, Bosna Hersek’in geleceği konusunda fikir beyân etmeye çalışıyordu. Hırvat dostum belki haklıydı ancak söz konusu Bosna Hersek olunca literatürde köklü değişimlerin anlık olarak yaşandığını daha önce tarih defalarca kanıtladı.
Seçim sonuçlarından ziyâde Bosna Hersek’in geleceğini hiç şüphesiz bu yasa etkileyecek ve Bosna Hersek’teki Boşnakların varlık mücadelesi, bu yasa etrafında yeniden kurgulanacak.
Aslında seçim sonuçlarını da büyük ölçüde gölgede bırakan husus, sandıkların kapanmasından hemen sonra Bosna Hersek Yüksek Temsilcisi Christian Schmidt’in, sorgulanamaz ve tek yönlü mutlakiyetçi Bonn Yetkilerini kullanıp Seçim Yasası’nı yürürlüğe koyması oldu. Seçim sonuçlarından ziyâde Bosna Hersek’in geleceğini hiç şüphesiz bu yasa etkileyecek ve Bosna Hersek’teki Boşnakların varlık mücadelesi, bu yasa etrafında yeniden kurgulanacak. Ama bu apayrı bir yazı konusu. Dolayısıyla Seçim Yasası’nın temel mantığını ve Bosna Hersek’i bu anlamda ne beklediğini bir sonraki haftaya bırakıyorum. Şimdilik öncelikle seçim sonuçlarını doğru okumamız gerekiyor.
Bosna Hersek seçim sonuçları, küresel siyasi konjonktürün ortaya koyduğu yapısal dönüşümün bir yansıması oldu gibi ancak yine de kimse bu radikal dönüşümü beklemiyordu. Yola ‘Sigurno’ (Güvenle) sloganı ile çıkan ve Bosna Hersek Boşnaklarının lider partisi konumunda olan SDA ve onun Başkanlık Konseyi üyesi Bakir Izetbegović, parlamento seçimleri için olmasa da konsey seçimlerinde yenilmekle kalmadı, neredeyse beklenmedik bir hezimete uğradı. Bu ifadeyi kullanmak sanırım yanlış olmaz. Çünkü Bosna Hersek’te Boşnaklara büyük soykırım yaşatan savaş sonrası, merhum Alija Izetbegović’in partisi SDA ‘ilk kez’ kaybetti. Hem de önemli bir farkla.
Öncelikle genel anlamda istatistiklere göz atalım. Seçime katılım 2018 seçimlerine göre önemki düşüş yaşadı ve %50’nin altında kalarak %48 olarak açıklandı ancak resmi olmayan veriler bu oranın %45’lerde olduğunu iddia ediyor. Tabi bunun en önemli sebebi, bir devlet hüviyetine sahip olmayan ve karar alamayan Bosna Hersek içerisinde toplumun bürokrasi ve siyasa sürecine inancının kalmaması. Üstelik despotik ve sorgulanamayan bir yapıya sahip Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin demokrasiye zarar vermeye devam etmesi de katılımın düşük olmasında diğer önemli bir faktör (Bunun en önemli örnekleri 1998’de Başkanlık Konseyi’nin Hırvat üyesi Ante Jelavić’in ve 2011’de Maliye Bakanı’nın tek taraflı kararla görevden alınması).
Üçlü Başkanlık Konseyi için yarışan Boşnak Adaylar arasından 11 muhalefet partisinin koalisyon oluşturarak belirlediği ortak aday Sosyal Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı Denis Bećirović, %51.43(268.197 oy) oranında oy alarak konseyin Boşnak üyesi oldu. SDA’nın adayı Bakir Izetbegović ise %34.15’te(178.054 oy) kaldı. Üçüncü aday Mirsad Hadžikadić ise beklendiği üzere oldukça düşük bir oranla %14.42(75.210 oy) elde etti.
Konseyin Hırvat üyeliği için yarışan iki iddialı adaydan Demokratik Cephe’nin Genel Başkanı Željko Komšić aldığı %53.61(183.529 oy) oran ile konseyin Hırvat üyesi olurken tek ve en önemli rakibi, HDZ’nin adayı Borjana Krišto %46.39(158.781 oy) oranı ile kaybeden taraf oldu.
Federasyona nazaran daha homojen ve sistemli bir yapı içerisindeki iki entiteden biri olan Sırp Cumhuriyeti’nde beklendiği üzere SNSD’nin adayı ve Milorad Dodik’in bir replikası olarak Rus uydusu olarak yorumlanan Željka Cvijanović %52.87(275.175 oy) ile konseyin Sırp üyesi oldu. En büyük rakibi sosyal demokrat Mirko Šarović ise %35.70’te(185.828 oy) kaldı. Göreve gelirken oldukça demokrat ve barış yanlısı olup, daha sonra radikalleşen ve Bosna Hersek’in Başkanlık Konseyi’nin Sırp üyesi olduğu halde devletin varlığını reddedip Sırbistan ile birleşmeyi açık şekilde dile getiren Milorad Dodik ise biraz geri plâna çekilmiş gözükerek Sırp Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlığı’na seçildi ve bir önceki Sırp Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Željka Cvijanović ile yer değişti.
Homojen ve sistemli bir yapıya sahip Sırp Cumhuriyeti entitesinde ise katılım, federasyona göre oldukça yüksek oldu ve sandığa gitme oranı %81.91 olarak açıklandı. Öncelikle Milorad Dodik ne kadar geri plâna çekildi tartışılır. Çünkü federal devlet sistemlerine hiç benzemeyen ve kendine özgü bir yapı içerisinde federe cumhuriyetlerin merkezi yönetime karşı oldukça güçlü olduğu Bosna Hersek devlet sistematiği içerisinde Sırp Cumhuriyeti’nin entite başkanlığı neredeyse devletin konsey üyeliğinden daha fazla hareket alanına sahip. Dolayısıyla seçimlerden hemen önce Putin ile görüşüp (daha önceki sıkça görüşmelerini ve Lavrov’un Sırp Cumhuriyeti ile olan sıkı bağlantıları göz önüne alındığında) Bosna’da neyi temsil ettiğini ortaya koyan Dodik için rövanşist ve ayrılıkçı milliyetçi söylemleri yeniden üretmesi için, Sırp Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı neredeyse en uygun konum.
Sırp Cumhuriyeti her ne kadar homojen şekilde seçime gitmiş gibi gözükse de Dodik’in başkanlık seçimindeki en önemli rakibi Demokratik İlerleme Partisi’nin adayı Jelena Trivić çok az farkla seçimi kaybetti. Dodik %48.80(242.851 oy) ile entitenin başkanı olurken Trivić %42.69’da(212.452 oy) kaldı. Ancak Trivić, oyların çalındığı iddiası ile mahkemeye gideceğini çünkü farkın çok az olduğunu vurguladı. Bu durum, Sırp Cumhuriyeti entitesini de kaotik günlerin beklediğinin habercisi oldu.
Boşnak halk cezayı Başkanlık Konseyi ve SDA’nın Genel Başkanı Bakir Izetbegović’e kesti. Çünkü kendisi ve eşinin parti içinde genç kadroları tasfiye edip tekelleşen Bosna ekonomisinde isimlerinin yer bulması, beklenmeyen bir sonuç doğurdu.
Kısaca parlamento seçimlerine değinecek olursak merkezi düzeydeki Temsilciler Meclisi’nde en güçlü parti Konseyin Sırp üyesi Željka Cvijanović partisi SNSD oldu. İkinci en güçlü parti ise Başkanlık Konseyi seçimlerinde beklenmedik mağlubiyet alan SDA olarak istatistiklerde yer aldı. Bu durum, kartelleşen ve yolsuzluk dosyaları ile halkın güvenini kaybeden Sigurno(Güvenle) sloganının sahibi SDA’nın yine de Boşnakların haklarının Bosna Hersek’te en önemli savunucusu olduğunu ortaya koydu. Kısacası Boşnak halk cezayı Başkanlık Konseyi ve SDA’nın Genel Başkanı Bakir Izetbegović’e kesti. Çünkü kendisi ve eşinin parti içinde genç kadroları tasfiye edip tekelleşen Bosna ekonomisinde isimlerinin yer bulması, beklenmeyen bir sonuç doğurdu. Ama SDA’nın içerisinde var ola gelen çatlak sesler de Bakir Izetbegović’in kaybetmesine yol açan diğer önemli sebepler arasında gösteriliyor.
Bakir Izetbegović’e danışmanlık yapan Hazim Rančić’in Tuzla Kantonu’nda yolsuzlukla anılması ve seçim kampanyaları sırasında Boşnak dünyasının kahraman ismi Naser Orić ile çatışması seçimin başarısızlık ile sonuçlanmasına yol açan faktörlerden oldu. Üstelik Kalesija şehrinde küçük bir tekstil işçiliğinden devlet başkanının danışmanlığına kadar uzanan enteresan bir sürece sahip Rančić, partinin bölgeyi kendisine emanet etmesine karşın gerekli çalışmaları göstermedi. Rančić olayı sadece bir örnek aslında. SDA içerisinde bu tip yapılanmalar halihazırda zaten Boşnak toplumunun SDA’dan kopmasına yol açan bir durum. Denis Bećirović’in seçim sonrası zafer konuşmasında sürekli ‘temiz toplum ve Bosna’ vurgusunu yapması, gerekli verileri ve durumları doğruluyor ki zaten Bećirović’in seçilmesi en önemli tepki oldu. SDA’nın bu anlamda en önemli tesellisini ise SDA’nın ve Boşnak toplumunun saygı değer ismi Šemsudin Mehmedović’in Temsilciler Meclisi’ne girmesi olarak yorumlayabiliriz.
Yerelliğin fazla angaje edildiği ve 2022 seçimlerinde federal, kantonal, Başkanlık Konseyi düzeyinde toplamda 7 bine aşkın adayın yarışması, ülkenin mevcut sistemsizlik ve politkasızlığını ortaya koydu. Peki sonuçları nasıl yorumlamaylıyız? Öncelikle Bećirović’in zaferi büyük bir şok etkisi oluşturup SDA hezimeti olarak yorumlansa da küresel siyasi konjonktürün yeni bir siyasi krizden nasıl dönüşüm geçirdiğini gözden kaçırmamalıyız.
Rusya-Ukrayna krizi sonrası herkes istiktar ve yükselen sağ entegrasyonunun kazanmasını beklerken küresel siyasi konjonktür beklentileri boşa çıkardı. Bir kriz içerisinde olan ve kendini yeniden üreten kapitalist sistemde devletçi modelin farklı bir evresine geçilmesi, Bosna Hersek'teki zengin bürokratik sınıfın reddini ya da yeni iktidar mekanizması tarafından yeniden oluşturulmasını sağlayacak gibi gözüküyor.
Denis Bećirović’in kartelleşme ve yolsuzluk dosyaları üzerinden temiz siyaset algısı ile yürüttüğü kampanya sonrası gelen zaferin ortaya çıkardığı mesaj şu oldu: Krize giren küresel siyasi konjonktürde bir önceki krizin sonucu olan çoğulcu demokrasi prototipi Bosna Hersek’te, son 2 yılda iki seçimdir art arda koalisyon adayları kazanıyor. Artık koalisyonların egemen olduğu çoğulcu demokrasi sistemi, krizlerden çıkışın yeni anahtarı olması bakımından küresel siyasetin laboratuvarı haline gelen Bosna Hersek’te ilk zaferini kazandı. Bu durum Türk entelijansiyası tarafından nasıl yorumlanacak merak konusu.
Tabi Bećirović’in önemli ölçüde ABD destekli olması da Bosna üzerindeki ABD-Rusya geriliminde ABD’nin zaferini ortaya koyuyor. Rusya ise oyun içerisinde Dodik ve yol arkadaşı Cvijanović’in iktidar aygıtında yer bulması ile kaldı. Tabi seçim kampanyası süresince Bećirović’in katıldığı TV programlarında yabancı dil bilmediği vb. diğer yönlerden alaya alınıp Bakir Izetbegović’in parlatılması, Bećirović’e tepki oylarını da topladı. Çünkü halihazırda toplum zaten Izetbegović ismine tepkili. Seçim sonrası konuşma yapan ve mağlubiyetini ilân eden Izetbegović’in ve bir önceki Boşnak Konsey üyesi Šefik Džaferović’in stresli ruh hali kameralardan kaçmadı. Ancak parti içerisinde bir dönüşüm ya da değişim mi gerçekleşecek diye insanların kafalarında soru işareti oluşurken SDA’nın niyetinin pek de öyle olmadığı anlaşıldı.
Bakir Izetbegović’in seçim sonucunda yaptığı açıklamalarda parti, kendi meşruiyetini Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin dayattığı Seçim Yasası’nın takipçisi olmakla tanımladı. Görünen o ki SDA özeleştiri yerine, rövanşizmi tercih etti. Üstelik Izetbegović, seçim öncesi kampanyalarda Bećirović’in koalisyon adayı olduğunu ve olası zafer sonrası kavgaya tutuşup hükümetin kurulamayacağını vurgulaması, SDA’nın olası siyaseti tıkama stratejisinin ve bu yöntemle Boşnak toplumunda meşruiyeti yeniden elde etmesinin çerçevesini oluşturdu.
Son olarak meseleyi Türkiye perspektifinden de elıp alıp konuyu şimdilik Seçim Yasası ile birlikte haftaya bırakalım. Türkiye’nin açık şekilde stratejik bir hata yaptığını söylemek yanlış olmaz. Yaklaşık 30 yıllık bir romantik Bosna siyasetinin olumsuz sonucu olarak Türkiye önemli bir müttefik kaybı yaşadı. Ancak Rusya ile Türkiye’nin müttefikliği göz önüne alındığında Bećirović de Türkiye’siz denklem olmayacağının farkında.
Seçimlerin hemen öncesinde kendilerine Türkiye tarafından ‘hain’ etiketi vurulan Bosna Hersek koalisyonu ve Bećirović ile nasıl bir yakınlaşma sağlanacağı merak konusu. Ya da bu ve benzeri etiketlerden dolayı Türkiye neler kazanacak, nelerden taviz verecek bekleyip göreceğiz. Türkiye bu anlamda yapı-sistem arasındaki ilişkiyi doğru yorumlayamadı gibi gözüküyor. Devletin ontolojisinin ‘sistemden’ önce geldiğinin dış politikada bir kez daha ortaya çıkması, yeni stratejilerin gerekliliğini ortaya koyuyor. Dolayısıyla Türkiye, güçlü Bosna Hersek için Sırbistan ile olan olumlu stratejisini, romantizmi bir kenara bırakıp Bosna’ya da yansıtmalı.
Bećirović’in zafer konuşmasında NATO ve AB üyeliği vurgusu, Schimidt’in ‘galiba artık ben son Yüksek Temsilci olacağım’ ifadesini açıkça vurgulaması, çoğulcu sistemin kalesi ve milliyetçi gerilimlerin olduğu coğrafya olması açısından ilk çoğulcu zaferi elde eden Bosna Hersek’i bir cadı kazanına çevireceğe benziyor. Bosna Hersek’te önemli sistemsel ve coğrafi dönüşümler ne yazık ki kaçınılmaz olacak gibi.