Sosyal medyanın giderek daha fazla hayatımıza girmesiyle birlikte hakaret suçları da çok farklı bir boyut kazanmaya başladı. Her şeyden önce bu suçların sayısında büyük bir artış yaşanmaktadır. Ayrıca nispeten yeni bir uyuşmazlık çözüm yöntemi olan uzlaştırma birlikte hakarete uğradığını iddia eden kişi, karşı taraftan belirli bir miktar para alarak şikayetinden vazgeçebilmektedir. Bu durum da ilginç bir şekilde hakaret suçunun özellikle tanınan kişiler için bir gelir kapısı haline gelmesine neden olabiliyor. Tabi hakaret suçunun ‘ticari’ yönü dışında bir de ‘siyasi’ yönü var. Özellikle ‘Cumhurbaşkanına Hakaret Suçu’ son yıllarda ifade özgürlüğü tartışmalarının merkezinde. Cumhurbaşkanına hakaret suçuna geçmeden önce hakaret suçuna bakmakta fayda var.
Ceza Kanununda Hakaret Suçu
Hakaret suçu Türk Ceza Kanunu (TCK) ‘Şerefe Karşı Suçlar’ başlığı altında madde 125’te düzenlenmiştir. Buna göre;
‘’Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.’’
Bununla birlikte madde 125’ten ayrı olarak ‘Cumhurbaşkanına Hakaret Suçu’ madde 299’da ayrıca düzenlenmiştir. Buna göre;
‘’Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Suçun alenen işlenmesi hâlinde, verilecek ceza altıda biri oranında artırılır. Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır.’’
Cumhurbaşkanına hakaret suçunun neden ayrıca düzenlendiğini anlamak için belki TCK’nin bu maddeyi nasıl bir sistematik içerisinde kanuna yerleştirdiğine bakmak gerekir. Cumhurbaşkanına hakaret suçunun ceza kanununda ‘Devletin Egemenlik Alametlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar’ başlığı altında düzenlendiği görülmektedir. Burada kanun koyucunun cumhurbaşkanına hakaret suçunu herhangi bir başka kişiye hakaret suçundan ayırırken cumhurbaşkanlığı makamının devleti temsil eden bir makam olmasından hareket ettiğini düşünmek yanlış olmaz. Zira 299. maddenin ardından 300 ve 301. maddelerde Türk bayrağının, milli marşın, milli meclisin, hükümetin ve yargı organlarının aşağılanmasının da ceza yaptırımına bağlandığını görüyoruz.
Bir Siyasi Aktör Olarak Cumhurbaşkanı
Tarihsel olarak baktığımızda cumhurbaşkanları, ikili hükümet sisteminin uygulandığı ülkelerde devlet başkanıdır ve monarşilerde hükümdarın, devletin/ulusun sembolü olmasına benzer şekilde cumhurbaşkanları da cumhuriyetle yönetilen ülkelerde bu vasfı muhafaza ederler. Aslında meseleye salt bu açıdan bakıldığında bir hukuk devletinde ceza kanunlarında bu tarz bir suçun öngörülmesi garip karşılanmaz. Neticede cumhurbaşkanlığı makamı da bayrak, milli marş ya da meclis gibi bir milleti temsil eden bir sembol ise o makamın da aşağılanmadan ve değerinin düşürülmesinden korunması ilk bakışta çok makul gelebilir.
Ancak teoriden öte pratiğe yaklaşıldığında birtakım sorunlarla karşılaşılabilmektedir. Her şeyden öte cumhurbaşkanlığı makamı tıpkı 301. maddede düzenlenen meclis ve hükümet gibi siyasi bir makamdır. Özellikle bizim ülkemiz özelinde gidersek 2017 anayasa değişikliği ile geçtiğimiz ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ ile birlikte cumhurbaşkanı sembolik yetkilerinin ötesinde gerçek anlamıyla hükümetin başı olan siyasi bir figür haline gelmiştir. Bu da bizi her zamankinden daha önemli bir hale gelen cumhurbaşkanının siyasi kimliği sorunuyla karşı karşıya getirmektedir. Tabi ki anayasa değişikliğinden önce de cumhurbaşkanlığı makamı siyasi eleştirilerin konusu ve hedefi haline gelmekteydi. Fakat değişiklikle birlikte cumhurbaşkanı artık tarafsız ve bağımsız olmaktan çıkıp siyasetin baş aktörü haline gelmektedir. Bu durumda cumhurbaşkanı bir kamu görevlisi olmasının yanı sıra aynı zamanda siyasi iktidarın da lideridir.
Cumhurbaşkanına Hakaret Suçu İfade Özgürlüğü ile Ne Kadar Bağdaşır?
Siyasi figürleri eleştirirken ifade özgürlüğünün sınırları her daim bir tartışma konusu olmuştur. Zira siyasi figürler kamuoyu önünde olmaları, yaptıkları ve kararları toplumun geniş kesimleri üzerinde doğrudan ve dolaylı olarak etkili olmaları, toplumu ilgilendiren tartışmaların tarafı olmaları hasebiyle en çok eleştiriye muhatap olan grupların başında gelmektedir. Tarihsel olarak da iktidar gücünü elinde bulunduranlar çoğu zaman kamuoyunun kendileri ile ilgili görüş ve ifadelerini yönlendirmek ve baskılamak istemektedirler. Öte yandan siyasetçilerin kamuoyu önünde olmaları ve siyaset yapmaları salt bu nedenle kişilik haklarından feragat etmelerini gerektirmez. Kuşkusuz onların da sıradan bir vatandaş gibi kişilik haklarının, şeref ve haysiyetlerinin korunmasını isteme hakları vardır. Dolayısıyla burada çoğu zaman korunması gereken iki farklı hukuki değerin çatışması ile karşılaşmış oluyoruz.
Peki ifade özgürlüğü ile toplumu temsil eden değerlerin itibarı ya da kişilerin hakları arasında nasıl bir denge izleyeceğiz? Aslında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde Türkiye aleyhine açılan davalar arasında ‘adil yargılanma hakkı’ ve ‘işkence yasağı’ ile birlikte AİHS 10. maddede düzenlenen ifade özgürlüğünün başı çektiğini düşünürsek bu sorunla henüz başa çıkamadığımızı düşünmek çok yanlış olmaz. Gerçekten de AİHM nezdinde Türkiye’nin en çok başını ağrıtan meselelerden biri ifade özgürlüğüdür. Aslında ifade özgürlüğü bugün tüm dünyada tartışılan ve belki de tehlikede olan haklardan biri. Özellikle Twitter - Facebook gibi küresel sosyal medya şirketlerinin sanal kamusal alanı yönlendirdiği günümüzde ifade özgürlüğünün artık sadece devletlere karşı değil çok uluslu şirketlere karşı da tehlikede olduğunu tartışmak gerekebilir ama bu ayrı bir yazı konusu olarak kalsın.
Konumuza dönecek olursak en azından ifade özgürlüğü konusunda istikrarlı bir içtihat oluşturulduğunu söyleyebiliriz. AİHM ve Anayasa Mahkemesi siyasilere karşı ifade özgürlüğünü tartışırken doğrudan cumhurbaşkanına hakaret suçunun varlığını sorgulamamakta fakat bunun uygulanması konusundaki sorunlara dikkat çekmektedir. Bir kararında AİHM;
‘’İfade özgürlüğü, … sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ‘haber’ ve ‘düşünceler’ için değil, ama ayrıca devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. ’’ diyerek ifade özgürlüğünün kapsamı konusunda bize bir resim çizmektedir. Gerçekten de ifade özgürlüğünün bir anlam ifade edebilmesi için sadece onayladığımız fikirler yerine bizim aleyhimize olan fikirleri de kapsaması gerekiyor. Yoksa sadece bizim gibi düşünen insanların varlığına müsaade etmiş oluruz.
Başka bir kararında ise AİHM kabul edilebilir eleştiriyi siyasiler için değerlendirirken şu noktaya dikkat çekiyor;
‘’Bir siyasetçi, siyasetçi olması dolayısıyla yöneltilen eleştirinin sınırları, sıradan bir kişiye yöneltilen eleştirinin sınırlarından daha geniştir: ikincisinin aksine birincisi zorunlu ve bilinçli olarak fiillerini ve davranışlarını vatandaşların ve gazetecilerin dikkatli bir kontrolüne açık bırakmaktadır; dolayısıyla [siyasetçinin] daha fazla hoşgörülü olması gerekmektedir.’’
Siyasi figürler halka karşı sorumlu oldukları için, yaptıkları ve yapmadıkları konusunda topluma hesap vermeleri gerektiği için ağır eleştirilere katlanmalarını beklemek adil olur. Dolayısıyla kamu yararının söz konusu olduğu hallerde ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerekir.
Ancak Anayasa Mahkemesi ve AİHM nezdinde ifade özgürlüğü konusunda Türkiye aleyhine çok sık kararların çıkmasından da anlaşıldığı gibi söz konusu siyasi eleştiri olduğunda hakaret suçu bazen ifade özgürlüğünü baskılamak için de kullanılabilmektedir. Gerçekten de siyasi iklimin giderek sertleştiği dönemlerde cumhurbaşkanına hakaret suçundan mahkumiyetler artmakta ve siyasi alanda ifade özgürlüğü tehlikeye girmektedir. Söz gelimi Adalet Bakanlığı istatistiklerine göre 2014 yılında 132 sanık hakkında cumhurbaşkanına hakaret suçundan dava açılmışken bu rakamın 2018 yılında 5233, 2019 yılında 12.298 ve 2020 yılında 8768 olduğunu görüyoruz. Yine 2014 yılında 40 olan mahkûmiyet sayısının 2018 yılında 2462, 2019 yılında 3821 ve 2020 yılında 3325 olduğu görüyoruz. Tabi burada sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte vatandaşların siyasilere doğrudan hitap etme imkanlarının artmasının yada sosyal medyada gündemdeki her konu ile ilgili fikir belirtebilmenin dayanılmaz cazibesini de unutmamak gerekiyor. Fakat yine de sertleşen siyaset ikliminin etkisi yadsınamaz diye düşünüyorum.
Sonuç olarak;
Elbette siyasilerin de şeref ve haysiyetlerinin korunması gerektiği tartışma götürmeyecek bir gerçektir. Ayrıca toplumu temsil eden makamların da yine şeref ve itibarının korunmasında kamusal fayda olduğu söylenebilir. Fakat cumhurbaşkanlığı makamı yeni sistemde siyasetin merkezinde yer alması sebebiyle eleştiriye en açık olması gereken pozisyondur. Bununla birlikte uygulamada cumhurbaşkanının adeta iki farklı kıyafeti olduğunu görüyoruz. Siyasi bir figür olan cumhurbaşkanı dokunulmazlıklardan yararlanmakta fakat ona yöneltilen eleştiriler sıklıkla kovuşturma tehdidi altındadır. Örneğin yakın zamanda Cumhurbaşkanı gezi eylemlerine katılan vatandaşlarla ilgili olarak çok sert sözler sarf ederken ya da diğer muhalif liderlere yönelik ağır ithamlarda bulunurken karşılığında vatandaşlar ve diğer siyasilerin ifadeleri soruşturma tehdidi altındadır. Bir öneri olarak yeni sistemde etkin olarak siyasetin içerisinde olan cumhurbaşkanına hakaret suçunun tamamen kaldırılması ve cumhurbaşkanına yöneltilen ve ifade özgürlüğünü aşan sözlerin genel hakaret suçuyla kovuşturulması yada hukuk mahkemelerinde tazminata konu edilmesi siyasi düzlemde ifade özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için faydalı olabilir. Elbette bu suçun kaldırılması durumunda ifade özgürlüğünü aşan sözler yaptırımdan muaf olmayacak yine genel hakaret suçunun ya da tazminat hukukunun konusu olacaktır.