Demokrasi ve siyaset kavramları üzerine söylenmeyen pek bir şey kalmadı. Kümülatif olarak ilgili konularda sonsuz sayıda kaynak var. Elbette her vaktin kendine münhasır söylenecekleri vardır ancak bu denli geniş literatür söz konusu iken söylenmemiş olanı söylemek iddiası mümkün değil. Bu nedenle bu yazıda başlıkta yer alan iki kavramın hakkında kavramsal tartışmalar yürütmekten ziyade karşımıza çıkan pratiklerini konuşmak istiyorum. Burada demokrasi çıkmazı üzerine daha önce yazdığım yazıya “siyaset ötesi” veya “siyaset sonrası” olarak ifade edebileceğimiz “post-politic” kavramı üzerinden bir katkı sunmayı amaçlıyorum. 

Demokrasinin güncel sorunları ve demokrasi krizi hakkında daha önce yazdığım yazıda belirttiğim çoğulcu katılımın biçimsel sorunları popülizm benzeri sonuçlar doğurduğu için siyasetin yapısı üzerine de dönüştürücü bir etkide bulunuyor. Özellikle demokratik değerlerin ne olduğunun ve siyasal alanın tanımlanması ilgili sorunun temelinde önemli bir yer tutuyor. Bu bağlamda mevzubahis  yazının konusu olan popülist siyasetin güncel meseleler çerçevesinde yaşadığı dönüşümün dijital dönüşüm ile ilişkisi göz önüne alınarak bir değerlendirme ihtiyacı doğuyor. 

Halkın yönetime katılımı esasına dayanan demokratik rejimlerde meydan siyasetinin öne çıkması neticesi -aynı zamanda meydan siyaseti bir sonuçtur- oluşan popülizm dijital dönüşümün oluşturduğu yeni ortamlar sonucunda henüz Türkiye’de yeterince belirleyemediğimiz bir hüviyete sahip oldu. Twitter, Instagram, Facebook gibi sosyal medya ortamlarının kamusal alanda ulaştığı etki, insanların yürüyüşler, mitingler, eylemler ve kampanyalar neticesinde geçtiğimiz yüz yıl boyunca sahip oldukları etki gücünün çok ötesinde. İklim, göç, özgürlük, yoksulluk, işçi hakları, atamalar, yükselen vergiler ve daha birçok örnekte karşımıza çıkan başlıklarda dünyada ve ülkemizde Twitter’da trend topic olan bir etiket binlerce kişinin yürüyüşlerinden daha fazla etki doğuruyor. Yine de nitelikli eylem ve yürüyüşlerin tesir kuvveti tartışılmaz olarak kendisini korumakta olsa da sosyal medyanın etkisi aşikar bir üstünlük sağlamaya başladı. Bu noktada post-politik yani siyaset ötesi kavramı demokratik arayışların içerisinde yapısal bir yer edinmiş durumda.

Düşünsenize cep telefonunuza kültür bakanlığı mevzuat değişikliği veya bir anayasa değişikliği tasarısı ile ilgili öneri bildirimi geliyor, kimlik doğrulaması ile girdiğiniz uygulamadan onay veya red oyu veriyorsunuz. Yahut bir gün evden çıkıp işe giderken aklınıza takılıyor, vergilendirme ile ilgili bir yasa değişimi öneriyorsunuz. Biraz daha ileri boyutta hayal edecek olursak, bir sabah “Allah’ını seven 1 milyon kişi arıyoruz, beğen-paylaş” diyerek insanlar 1 milyon oy ile savaş kararı alıyor.

Muhtemel üçüncü dünya savaşı senaryoları, iklim krizleri, kırsal yaşamın değişimi, dijitalleşme gibi başlıkların güncel tartışmaları içerisinde karşımıza çıkan siyaset ötesi kavramı genel olarak post modernizm tartışmaları çerçevesinde ele alınabilir. İlişkilerin, toplumsal alanın dijital dünya sebebiyle yaşadığı zemin değişikliği bugüne kadar bildiğimiz tasavvurun muhtevasını tebdil ediyor. Kavramların değişen şartlarda kazandığı yeni anlamları ise henüz yeterince belirlemek ve betimlemek mümkün olmadığı için “post” nitelendirmesi ile bir çıkış yolu buluyoruz. Peki bu çıkış yolu içerisinde somut olarak ne yaşıyoruz?

Hak arayışlarının, duyulmayan seslerin veya mağduriyetlerin çözülmesinde yeri, cinsiyeti, yaşı, sosyoekonomik durumu, dini, etnik kökeni veya mesleği hiç fark etmeksizin insanların tweet atarak, instagrama video yükleyerek harekete geçebiliyor olmaları siyasetin ve siyasetçilerin yönelimlerini bu alanda dönüştürüyor. Ancak tıpkı popülizmin kitleselleşme sebebiyle sahip olduğu arızalar misali, bu durumda gerçekten doğru ve adaletli olanın ya da iyi olanın bulunmasını engelleyebiliyor. Öte yandan hiçbir siyasi nüfuza sahip olmayan, ekonomik gücü olmayan ancak mağduriyet yaşayan vatandaşların muhatap bulamadıkları zaman seslerini duyurmalarına da imkan sağlıyor. Neticede doğurduğu dikotomi bizi yine nasıl olmalı sorusuyla baş başa bırakıyor. Bu dikotominin özellikle ülkemizdeki sebepleri arasında işlemeyen adalet sistemi, aksak bürokratik süreçler, nepotizm, liyakat ve ehliyet problemleri gibi yapısal meseleler başat rol oynuyor. Yani bunlar doğru işlemeyen yönetim ve siyaset süreçlerinin sonucu. İnsanlar hak aramak için mevcut kurumlar ve sistemde bir karşılık bulamıyor. 

Dijital araçların yaygınlığı sayesinde sahip olduğu hareket kabiliyeti meydan siyasetinin çok ötesinde bir kitlesellik gücü katarak siyaset ötesi bir bağlam oluşturdu. Siyaset ötesi  bağlam, demokrasi krizleri ile birlikte yukarıda zikrettiğim arızaları kaçınılmaz kılıyor. Üstelik bu bir seyre sahip, sahip olduğu seyrin nihayetinde her bir vatandaşın doğrudan katılımını akıllı telefondaki bir e-devlet uygulaması üzerinden sağlaması sonucu -bazı vecheleri sağlanmış durumda- doğabilir. Bu ise kuşkusuz bir kaos. 

Örneğin Rabia Naz Vatan davasında merhum Rabia Naz’ın babası Şaban Vatan onlarca eylem, yürüyüş, açıklama, hukuki her türlü başvuru ve milyonlarca etkileşim alan sosyal medya çalışmaları yürütmesine karşın bir sonuç alamadı.

Düşünsenize cep telefonunuza kültür bakanlığı mevzuat değişikliği veya bir anayasa değişikliği tasarısı ile ilgili öneri bildirimi geliyor, kimlik doğrulaması ile girdiğiniz uygulamadan onay veya red oyu veriyorsunuz. Yahut bir gün evden çıkıp işe giderken aklınıza takılıyor, vergilendirme ile ilgili bir yasa değişimi öneriyorsunuz. Biraz daha ileri boyutta hayal edecek olursak, bir sabah “Allah’ını seven 1 milyon kişi arıyoruz, beğen-paylaş” diyerek insanlar 1 milyon oy ile savaş kararı alıyor. Tabi bunlar kısa bir hayal sonucu ulaşılmış belki de uçarı görünen örnekler fakat milyonlarca tweet atıldığı için bir insanın hakkındaki yargı kararının değiştiğini gördük, on milyonlarca tweetin ise otorite sahiplerinin işine gelmediği için hiçbir sonuç doğurmadığını da aynı şekilde gördük. Örneğin Rabia Naz Vatan davasında merhum Rabia Naz’ın babası Şaban Vatan onlarca eylem, yürüyüş, açıklama, hukuki her türlü başvuru ve milyonlarca etkileşim alan sosyal medya çalışmaları yürütmesine karşın bir sonuç alamadı. Demek ki dijital medyanın “meydanı” hala sandığımız yaptırım gücüne sahip değil. Ancak siyasilerin veya sermaye sahiplerinin kurdukları denklemi etkileyebilen örnekler de fazlasıyla mevcut. Bununla birlikte bahse konu dijital mecraların her birinin aynı zamanda kimi şahıslara ait özel şirketler olması da ayrı bir nokta. Yaşanan veri skandalları, siyasi propaganda süreçlerine uygulanan sansürler ve bazı hakim paradigmaların dışında kalan sivil hareketlerin yine bu şirketlerce sansüre tabi tutulması şeklinde sorunlar özel şirketlerin mevcut dünyanın en büyük kamusal alanlarını kontrol altında tutuyor olmasının bir sonucu. 

Demokratik katılım arzuları ekseninde okunan yada öyle yorumlanan sanal dünya hareketliliği aynı zamanda ciddi bir linç kültürünü besliyor. Tam anlamıyla siyasal hayatı kuşatan bir yapıya sahip olan sanal dünya, bireylerin herhangi bir konuda galeyana gelmesi ile çığ oluşturan bir kitlesellik gücüne haiz ve bu güç hakkaniyetten uzak tepkilerin korkunç linçler olarak ortaya çıkmasına sebep oluyor. Hal böyle iken bu alanın inşasına insanlığın ortak bir terazi geliştirmesi hayati önem arz etmekte. Farkındalık oluşturmak üzere yol çıkan pek çok hareketin sosyal medyada kazandığı kar topu ivmesi nihayetinde öngörülemez marjinal uçları yaygın halde doğurması söz konusu. Tahmin edilmesi zor ve kontrolü neredeyse imkansız marjinalleşmenin sonuçları ise toplumsal ve bireysel olarak psikolojik yıkımlar. Artan intihar vakaları, toplu şiddet ve ABD’de sıkça duyduğumuz silahlı saldırgan haberleri mezkur soruna örnek verilebilir. 

Böyle bir tedrisat neticesinde her vatandaşın gündelik herhangi bir konunun devlet, yönetim, yasama veya entelektüel hayat açısından muhatabı olmadan daha mutlu ve insani bir yaşam süreceğini dile getirmek istiyorum.

Demokrasinin yaşadığı krizler ve dijital dönüşümün neticesinde karşımıza çıkan siyaset ötesi kavramını pratik hayatta muhatap olduğumuz/olabilecek sorunlar açısından ele almaya çalıştım. Bu sorunların çözümü ise daha önce de üzerinde durduğum noktalar olan demokratik değerlerin en makul haliyle tanımlanması, demokratik katılım meselesinin bir mit haline gelmesine müsaade edilmemesi ve meşruiyetin herkesçe kabul edilebilir ilkelere bağlanarak söz konusu ilkeler ekseninde dinamik bir denetim mekanizması kurulması ile mümkün. Elbette ilkeler ve dinamik sistem muğlak ifadeler olarak kalıyor ancak bu muğlaklığı lokal ve zamana dair şartlar dikkate alınarak hareket etmek maksadıyla mecburi görüyorum. Bu nedenle daima bir toplumun içerisinde yönetim mekanizmaları için en uygun olanı hedefleyen insan kaynağının, geniş bir kitleselliğin dışında nitelikli bir tedrisat ile mümkün olacağını düşünüyorum. Böyle bir tedrisat neticesinde her vatandaşın gündelik herhangi bir konunun devlet, yönetim, yasama veya entelektüel hayat açısından muhatabı olmadan daha mutlu ve insani bir yaşam süreceğini dile getirmek istiyorum. Sonuç olarak “sanal agoralar” içerisinde tartışılan konuların etik bağlayıcılıkları olan bir denetim mekanizmasına ihtiyacı var bu ihtiyaç bir nebze teknokrat bir yaklaşım ile çözülebilir.