7 Haziran 2015 seçimlerinde üç dönem tek başına iktidar olan ve oy potansiyelini artırma trendine sahip AK Parti %40,9 oy oranı ile tek başına iktidar olamadı ve aslında bir potansiyel kaybetti. O dönem için görece daha iyi durumda olan ekonomik, sosyal ve siyasi ülke şartlarına rağmen halkın o güne dek üç dönemdir görevde olan iktidara neden tepki gösterdiği çok gündeme gelmişti. HDP’nin kayda değer seçim başarısı ve barajın üstünde kalması da bu sonuçta önemli bir rol oynamış olabilir. Yine de bariz bir puan kaybı yaşayan AK Parti için tercih kaybının FETÖ (o sıralar paralel yapı olarak anılmaktaydı) başta olmak üzere sosyal ve ekonomik sebeplerini incelemeyi gerekli kılmaktadır.

Halkın tepkileri, o zaman mevcut olan koşullarda yakıt fiyatları, asgari ücret, işsizlik ve FETÖ konuların dayanıyor yorumu yapılabilir. Geride kalan 7,5 yıl bu seçimin sonuçlarına etki eden toplumsal sebepleri anlamayı mümkün kılmaya yeterli bir süre olsa da önümüzde bizi bekleyen seçimlerin neticesi ile ancak sarihliğe kavuşacak.

7 Haziran seçimleri sonrasında yaşanan süreçte eski TBMM Başkanı ve o günlerde AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin seçimlerden yaklaşık bir ay sonra “Dersimizi aldık.” İfadesini kullandığı bir konuşma yapmıştı. Yazı başlığı Şahin’in bu ifadesinden bugüne geçen süreci düşündüğümde zihnimde canlandı. Sayın Şahin o konuşmada seçmenin bu tepkisini  "Bize seçmen dedi ki 'sizin arabada çekişten düşme var, şöyle buji ayarı, platin ayarı falan yaptırın, belki vantilatör kayışı gevşemiş olabilir, karbüratörü de bir temizletin. Araba zaman zaman sağa sola çekiyor, bir rot balans ayarı da yaptırın' dedi 7 Haziran'da seçmen. 'Sizin egzoztan birtakım çatlak sesler geliyor, biz sizden hiç çatlak ses duymazdık daha önce, herhalde sizin egzozta bir çatlak var, bunu da bir tamir ettirin' dedi. Biz bu mesajları aldık." Sözleri ile dikkate aldıklarını dile getirmişti. 1 Kasım seçimlerine giden süreç ve 1 Kasım seçimleri sonrasında ise kimin hangi dersi aldığını takdir etmek çok mümkün görünmüyor.

Mevzubahis derslerin üzerinden geçen yaklaşık sekiz yıllık süreçte acaba tüm siyasi aktörler yani hem siyasetçiler hem de seçmen gerçekten ne gibi dersler aldı? Öncesinde hikayeyi sormak belki daha doğru olacak, o günden bugüne neler yaşandı? Ne oldu?

7 Haziran seçimleri akabinde ard arda patlayan bombaları 2015-2016 yılları boyunca küçük kabul edilen saldırılar hariç 36 tane bombalı saldırı takip etti. 2016 yılı Temmuz ayında hepimizin dehşetle hatırlayacağı darbe girişimi ise şiddetin form değiştirmesi için ulaştığı bir tepe noktasıydı sanki. Meclisi hedef alan F-16’lar bu hadiseden aylar sonra sınır ötesi operasyonlarda havalanıyordu ve bu baş döndürücü karmaşada Suriye Savaşı’nda da kırılmalar oluyordu. 2015 yılı sonlarına gelirken Rusya ile yaşanan “Uçak Krizi” ise ülkemiz için içeride halen çözülmüş(her ne kadar malum cadı suçlusu olsa da) değil. OHAL şartlarının hayatımıza girmesi, her gün binlerce insanın açığa alındığı, bir çok kişinin gözaltına alındığı izlerin birbirine karıştığı ilginç bir süreç gelişiyordu.

Darbe sonrası ve OHAL ilanı, Rusya ile normalleşme, Halep’te yaşanan katliam, Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın New York’ta göz altına alınması ve yargılanması, ABD ile yaşanan Rahip Brunson krizi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin Kabulü için yapılan referandum, yerel seçimler ve Ekrem İmamoğlu’nun seçilmesi sonrası seçimin iptali, İstanbul’da İBB Başkanlığı seçiminin yenilenmesi, İdlib’de yoğun bombardıman, Türk askerlerinin saldırıya uğraması, Pandemi, artan döviz kuru ve enflasyon, derin ekonomik kriz, Afganistan’da Taliban’ın başa gelmesi ve akabinde yaşanan yoğun düzensiz göç ve dahası şeklinde bir hızlı göz atma yaptığımızda geçtiğimiz yılların sarsıcılığını bir kez daha idrak etmiş oluyoruz. İnsanlar, acaba bir bombalı saldırıya kurban gidecek miyim korkusuyla her gün sokağa çıkarken, bugün halk ekmekten bir ekmek alabilecek miyim kaygısına kadar akla gelecek türlü kaygılar her gün yaşadılar.

Şimdi yaşananların elbette kimileri insanlığın başına gelen birer kaza gibi olsa da hemen her yaşanmışlığın arkasında müsebbibi olanlar var. Konu tüm toplumu, devleti ilgilendirdiği zaman ise zuhur eden sorunların çözümünü ararken ve aynı zamanda sebep olanları tespit etmeye çalışırken yüzümüzü yöneticilere ve siyasetçilere çeviriyoruz. Bu pekala yerinde bir refleks.

AK Parti’nin 7 Haziran sonrasında gerçekten bir ders aldığı aşikar. Seçimlerden bir yıl sonra yaşanan darbe girişimi de belli ki önemli dersler alınmasını sağladı.  Ancak bu alınan dersin milletin yararına mı zararına mı olduğunu ise sizlerin takdirine bırakıyorum. Alınan dersin daha adil, daha güvenli, daha mutlu ve müreffeh bir toplum için neler yapılmalı sorusuna dair bir şeyler öğreten bir ders olmaktan çok daha muktedir olmanın dersi olduğu izlenimi yaşanan hikayeye bakılırsa haksız bir izlenim olmaz.

7 Haziran sonrasında tırmanan şiddet, sonraları iktidarın hakim söylemini ve bu söylem çerçevesinde inşa ettiği değer dünyasını de şekillendirdi. Yerli ve milli vurgusu ile bazen zihin ufku kapatılırken bazen rekabetçi anlamda yerli çabaların uluslararası alanda öne çıkmasına imkan verildi. Bu çelişkili özellikleri ile birlikte milliyetçiliğin riskli bir dönüşüm ve bu risk üzere artış yaşadığı bir sürece şahit olduk. 7 Haziran ve 15 Temmuz ikliminin marjinal, şiddete meyyal ve ötekileştirici havasına bu seçimlerde asla imkan tanınmamalı. Gerilimin olası bir ikinci tur sürecinde ulaşabileceği safha üzerine düşününce dahi tüyler ürpertici.

Bugün Millet İttifakı adını ilan etmiş ve birliktelik kurmuş olan altı partinin AK Parti’nin mezkur ders almış yöneticilerini de muhteva ettiğini dikkate alarak tüm yaşanmışlıklara dersini iyi çalışıp yola devam etmesi elzem. Ayrıca seçmen hüviyetine sahip olan her ferd bireysel ve toplumsal anlamda aynı derse çalışmak durumunda. Tercihlerimizin bizi sonraki adımda nereye götürdüğü, nasıl götürdüğü ve mevcut yerimizde neye tekabül ettiği asla gözden kaçırılmamalı.

Millet İttifakı’nın ilan ettiği ortak mutabakat metni bu anlamda paydaş olan partilerin dersine iyi çalıştığını gösteriyor. Ancak açıklanan tüm metinlerde eleştirilerin muhatabı olan bir mesele bir kez daha önem kazanıyor, sosyal bir devlet olmak için bu denli dağıtan bir yönetim içinde bulunduğumuz derin ekonomik krize rağmen bunu nasıl yapacak? İktidar hali hazırda bunu parasal genişleme yoluyla, dışarıdan sıcak sermaye aktarımıyla ve ucu açık vaatler ile yapıyor. Lakin bu yapılanların sürdürülebilir olmadığı aşikar. Yalnızca ekonomik açıdan da değil, politik kültür açısından da yapılanlar ve yaşananlar izahı zor ve sürdürülebilir değil.

İktidar olmaya aday olan bir ittifakın muhtemel iktidarları için bonkör olmaktan çok halkında her gelenden sadece dağıtmasını beklemeden aktif bir katılım sağlamaya teşvik edilmesine yönelik siyasal dil geliştirmesini beklemek gerek. Önümüzdeki seçimleri yalnızca iktidarı değişmesi için yapalım sonra hemen bir yoluna bakarız diyerek günü kurtarma peşine düşüldüğü takdirde belirsizlikler içinde gelecek olan krizleri çözecek mekanizma nasıl kurulacak?

Dersini almak kadar dersine iyi çalışmak mühim. Bir yılda on bir toplantı yapan Millet İttifakı’nın ortak bir aday açıklaması bekleniyorken adaylık ile ilgili halen çatlak seslerin gündeme geliyor olması dersin iyi çalışılması gereken konularından biri. Ortak adayın açıklanması beklenilen 13 Şubat için on gün kalmışken partilerin çoklu aday ile seçime gitme ihtimalinin halen konuşulabiliyor olması yukarıda özetlediğimiz süreçten ders çıkarılıp çıkarılmadığı hususunda şüphe uyandırır. Altı partinin ve mensuplarının yaşadığımız son sekiz yılın sonrasında Cumhuriyet’in yüzüncü yılında tüm hesapları bir kenara bırakıp, toplumsal hesaplaşmaları sulhe kavuşturup gerçekten uzlaşmacı, işlemeye açık, sömürüye imkan vermeyen çözümler için son bir yıldır gösterdikleri birlikteliği gerçek bir iş birliği ile sürdürerek kolları sıvaması hayati bir önem arz ediyor.

Her bir partinin kendi aydınları, seçmenleri ise bu süreçte yola taş koymak yerine taşları çekmeli, dikenleri kaldırmalı ve ülkenin ihtiyaç duyduğu sakin siyasi dile, siyasi kültüre varmak adına gayret etmelidir. Nihayetinde bir öteki kavgasında kaybeden sadece son sekiz yıla baktığımızda bile anlaşılıyor ki hepimiz oluyoruz. Bu nedenle öncelikle halkın kutuplaşmasına, nefretin büyümesine imkan vermeyecek bir kültürel zemin ve dil inşa edilmeli.

Aceleyle gündelik kararlar almanın, ideolojik saplantıların, kişisel çıkarların neticede en büyük kötü adam olmadığımız takdirde tüm topluma ferd ferd kaybettirdiğini görmüş olduk. Önümüzde bir seçim var ve bu seçimde sadece bir oy kullanan bir kişi de olsak, bir partinin üyesi, bir milletvekili adayı da olsak tercihimizin, yapmayı ve yapmamayı tercih ettiklerimizin hepimizin hayatı için doğuracağı sonuçları göz önüne alarak hareket edelim. Dersimiz alalım, imkan varken sürekli başa sarmak zorunda kaldığımız bu siyasi kültürü, bu düşmanlık dilini değiştirmek için canla başla çalışalım.