Geçtiğimiz günlerde Bosna Hersek içerisindeki Boşnakların yoğun protestosuna mâruz kalan ve görünürde geri adım atmış olarak görünen Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin Bosna Hersek içerisindeki konumu ve önemi, tartışılmaya devam ediyor. Ancak gerçekleşen tüm tartışmaların populist ve gündelik siyasetten uzak gerçekleşmesi gerekli. Çıkar maksimizasyonları etkisi altında hızla değişerek politize edilen süreçte araçsallaştırılan söylemlerin dışına çıkarak ofis yapısının değerlendirilmesi, gelecek dönem için tespitlerin yapılması adına önemli.
Özellikle 2009 yılında, Dayton Barış Antlaşması’nın imzalanmasında başat rolü üstlenen dönemin ABD başkanı Bill Clinton’ın başarısız bir sözde barış modeli oluşturduklarını itiraf etmesinin somut örneği aslında Yüksek Temsilcilik Ofisi. Genel perspektifte incelendiğinde barışı sağlayan bir antlaşma neden barışı sürdürülebilir kılmak adına devlet egemenliğini ortadan kaldıran ulus-üstü bir kuruluş meydana getirdi sorusu önem kazanıyor.
Amaca özel(ad-hoc) bir kuruluş olan Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin Dayton Barış Antlaşması’nın 10. Eki’nde detaylıca tanımlanması, yetki ve görevlerinin açıkça belirtilmesi, ofis yönetiminin Bosna Hersek’in devlet kimliğini nasıl ortadan kaldırdığını gösteriyor. Antlaşmanın 10. Ek’inde yer alan ifadeler Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin;
– Sosyal/sivil uyum ve entegrasyonu sağlamada ulus ve ulus-üstü kuruluşlarla işbirliği yapma,
– Antlaşmanın sivil hükümlerinin uygulanması için ulusal ve ulus-üstü kurullar oluşturma,
– Sivil uyumun sağlanması konusunda yorum yetkisine sahip olma,
Hakları, ofisin 1997 Bonn Zirvesi sonucu elde ettiği ve sorgulanamayan yapıdaki mutlakiyetçi gücünü ortaya koyuyor.
Özellikle sivil uyumun sağlanması konusunda yorum gücüne sahip olması ve ofisin aldığı kararların yargıya götürülememesi ve doğrudan geniş yaptırım yetkisine sahip olması, Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin tanrısal-egemen gücünün anlaşılmasını sağlıyor. Dönemsel olarak gerçekleştirdiği açıklamalar ile ülke içerisinde yer alan siyasilerin açıklamalarına karşı cevap niteliğinde metinler yayınlayan Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin amacını aşarak siyasi bir kurum olarak görülmesi, mevcut siyasi duruşun hangi tarafa eğilimli olduğu ya da olacağı sorusunu akıllara getiriyor.
Bosna Hersek Yüksek Temsilcisi Christian Schmidt
Öncelikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1031 No’lu kararı ile kurulan Barış Uygulama Konseyi’nin uygulayıcı organı olan ve teâmül gereği Barış uygulama Konseyi ve BM’ye rapor vermekle yükümlü olan Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin Bosna Hersek içerisindeki konumunu doğru belirlemek gerekiyor.
Zîrâ geçtiğimiz günlerde Bosna Hersek Seçim Yasası’nın Bosnalı Hırvatlar lehine değiştirileceği ihtimali üzerine tepkilerini ofis yönetim binası önünde ortaya koyan Boşnaklar; geçtiğimiz aylarda 2 Ekim 2022 tarihinde plânlanan Başkanlık Konseyi ve Temsilciler Meclisi Seçimi’nin gerçekleşmesi için kabul edilmesi gereken seçim bütçesinin Bosnalı Hırvatların blokajı nedeni ile oluşturulamaması sonucu aynı ofisin aldığı karar ile seçim bütçesi oluşturulmasını desteklemişti. Dolayısıyla Yüksek Temsilcilik Ofisi’ne karşı dönemsel olarak değişen bakış açılarının olumlu ya da olumsuz yönde seyretmesi, ofisin Bosna Hersek içerisindeki temel varlık sebebinin göz ardı edilmesine yol açabiliyor. Bu noktada yorumlanması gereken husus, Bosna Hersek’in mevcut küresel konjonktür içerisinde hangi amaçlar için araçsallaştırılması gerektiği. İşte tam da bu noktada Yüksek Temsilcilik Ofisi gereken görevi yerine getiren bir organ olarak varlığını devam ettiriyor.
Yüksek Temsilcilik Ofisi önünde Boşnakların Seçim Yasası’nın değiştirilmesi yönündeki açıklamalara karşı protesto gösterileri.
İki kutuplu küresel sistem içerisinde ABD tarafından detant diplomasi(yumuşak diplomasi, geçiş diplomasisi, uyum diplomasisi) aracı olarak görülen ya da SSCB tehlikesine karşı gerek siyasi gerek de coğrafi açıdan tampon bölge olarak tanımlanan Sosyalist Federal Yugoslavya Cumhuriyeti, Soğuk Savaş’ın bitimi sonucu gereken önemini yitirince dağıldı. Bugün de Bosna Hersek içerisinde yer alan Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin Balkan coğrafyasında yeni krizlerin oluşturulması ya da bastırılması amacı ile araçsallaştırılması bu yönde yorumlanmalı.
17. yüzyıldan itibaren Batı diplomasi felsefesine yön veren Wallerstein’ın ‘küresel tüketici ve sermaye pazarının ulusçuluk hareketleri sonucu birçok mikro aktörün oluşması sonucu tehlikeye girmesi ile birlikte sûni krizlerin oluşturulup bağımsızlıklarını yeni kazanan ulusların kontrol altında tutulması’ anlayışının 21. yüzyıl küresel siyasetinde somutlaşması, Bosna Hersek içerisindeki Yüksek Temsilcilik Ofisi olarak kendini gösteriyor. 2007 yılında Barış Uygulama Konseyi’nin istikrar ve barışın sağlanması durumunda Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin kaldırılabileceğini ifade etmesi, bir bakıma ofis yapısının daimi olmadığını ortaya koyuyor.
Barış Uygulama Konseyi’nin Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin kaldırılması için beş şartı bulunuyor:
1) Hukukun dokunulmazlığı ve üstünlüğünün Bosna Hersek içerisinde tesis edilmesi,
2) Sürdürülebilir Bosna Hersek ekonomisinin sağlanması,
3) Brčko Gözlemcilik Ofisi’nin kaldırılması,
4) Sosyalist Federal Yugoslavya Cumhuriyeti’nden miras kalan sivil ve askeri mülklerin paylaşımının yapılması,
5) Entiteler arası entegrasyonun güçlendirilerek karar alma mekanizmalarının işlevselliğinin korunması.
Ortaya konan şartların bazıları dönemsel olarak yerine getirilse de kısa süreli oluyor ve mevcut populist siyasetin kıskacında tüm olumsuzluklar bir kısır döngü içerisinde devam ediyor.
Bosna Hersek coğrafyası üzerinden Balkan yarımadası içerisinde sürekli kılınan bir kriz sistematiğinin varlığı çeşitli faktörler doğrultusunda korunuyor. Öncelikle dikkat edilmesi gereken nokta, Avrupa güvenliğini ve iç siyasetini hangi küresel aktörün kontrol edeceği. Bu noktada ABD’den bağımsız güçlü bir Avrupa hedefleyen Fransa öncülüğünde bir AB için, Balkan yarımadası her zaman bir kriz noktasını teşkil ediyor.
Dolayısıyla ABD, Bosna Hersek içerisinde milliyetçi bürokratik sınıfı bu doğrultuda araçsallaştırarak Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin güçlü kalmasını sağlıyor. Örneğin, 1998 seçimlerinde milliyetçi Bosnalı Hırvatların adayı Ante Jelavić’in Başkanlık Konseyi’ne 189.409 Bosnalı Hırvat’ın demokratik yollar ile oyunu alarak seçilmesi ancak 2000 yılında ülke içindeki barış ve istikrarı tehlikeye attığı gerekçesi ile Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin kararı ile görevden alınması demokrasi ve istikrarın anti-demokratik yollarla sağlanması gibi paradoksal bir durumu meydana getiriyor.
Özellikle mevcut kararların Bosna Hersek içerisindeki milliyetçi partilerin ve toplumun güç kazanmasına yol açtığı göz önüne alındığında ofis yönetiminin Bosna Hersek içerisindeki genel tanımını özetliyor; kriz oluşumu-kontrolün sağlanması-kriz faktörlerinin oluşumunun sağlanması.
Diğer bir perspektiften incelendiğinde birçok Avrupalı devlet ve ABD tarafından önemli bir tüketim/üretim pazarı olarak görülen Bosna Hersek ve Balkan yarımadası için Wallerstein perspektifli sûni kriz merkezli kontrolün sağlanması, Yüksek Temsilcilik Ofisi için farklı görev tanımlamaları getirebiliyor. Son olarak günümüz küresel siyasetinin iki önemli gücü ABD ve Rusya’nın emperyal hedef ve stratejileri doğrultusunda araçsallaştırılan Yüksek Temsilcilik Ofisi, Rusya-Ukrayna Savaşı seyrinde iki kutup arası hem stratejik-küresel üstünlüğü sağlamada hem de mevcut iki kutuplu sistemin güç kazanarak sürdürülebilir kılınması adına Bosna Hersek içerisinde önem kazanmaya devam ediyor.
Öncelikle Rusya-ABD arası iki kutuplu sistemin sürdürülebilir kılınması adına Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin araçsallaştırılması nasıl yorumlanabilir? Hâli hazırda Avrupa enerji ve siyasi güvenliğini tehlikeye sokan Ukrayna krizi, Avrupa kıtasını ABD’nin ‘şahinlik koruyucu politikasına’ yeniden muhtaç hale getirdi. Özellikle 2016 sonrası NATO’dan bağımsız Avrupa Ordusu söylemi neticesinde Avrupa’nın pasifleştirilmeye çalışılması dikkat çekici. Avrupa’nın iç güvenlik ve siyasetinde istikrarın sağlanması adına ABD’nin ve Rusya’nın Yüksek Temsilcilik Ofisi’ne yüklediği misyon, ofis yönetiminin son dönemde değiştirmeyi düşündüğü Seçim Yasası tartışmalarında gün yüzüne çıktı.
Yaklaşık birkaç ay önce demokrasinin işlevsellik kazanıp seçimlerin gerçekleştirilmesi için olumlu adım atan Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin geçtiğimiz günlerde hedef tahtasına konması, ABD ve Rusya tarafından Avrupalı devletlere ve özellikle Fransa’ya bir mesaj niteliği taşıyor.
Hâli hazırda yaklaşık 2 ay öncesi Rusya lehine açıklamalar yapan Hırvatistan’ın bugün Rusya tarafından düşman devlet ilân edilerek Seçim Yasası’nı uygulatmak isteyen ABD tarafına geçerek araçsal mekanizmaların merkezinde yer alması şaşırtıcı değil. Üstelik dikkat edildiğinde Yüksek Temsilcilik Ofisi kurulduğu günden itibaren Yüksek Temsilci’nin yardımcılarının hep ABD diplomatı olması, ofis içerisinde ABD hegemonyasının korunmasını temsil eden en önemli faktör.
Peki son olarak, Bosna Hersek’te Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin Seçim Yasası’nın değiştirmeyi plânlaması sonucu ortaya çıkan siyasi kriz neyi hedefliyor? Rusya’nın Avrupa iç güvenliğini stratejik üstünlük doğrultusunda ABD ile sûni bir kriz üzerinden ortaklaşa tehdit etmesi bu noktada önemli.
ABD’nin kriz üzerinden sağladığı çıkar maksimizasyonu, Avrupa iç güvenliğini ve siyasetini kontrol etmede ana aktör kimliğini korumak ve Bosna Hersek içerisindeki milliyetçi bürokrasinin kendini devlet mekanizması içerisinde yeniden üretmesini sağlayarak gelecek dönemde krizlerin oluşturulmasını güvence altına almak olarak görünüyor.
Nitekim mevcut değişiklik söylemleri ya da olası Seçim Yasası değişikliği neticesinde Bosna Hersek içerisinde milliyetçi partilerin, kendi ulusu ve seçmeni için onotolojik meşruiyetlerini korumak adına tek önemli temsilcisi olduğu yönünde hegemonik söylem üretmesi güç kazanan olasılıklar arasında bulunuyor. Üstelik 2 Ekim 2022 tarihli seçimlerin yaklaşması ile birlikte mevcut sûni krizlerin oluşturulması bu ifadeleri doğrular nitelikte.
1997 Bonn Yetkileri ile geniş yaptırım yetkisine ve yargıya götürülemeyen kararları çıkarma yetkisine sahip Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin, Bosna Hersek’in egemenliğini ortadan kaldırarak devlet kimliği kazanmasına engel olmasının -devleti öldürmesinin-, küresel siyasi mücadelede ana aktörlerin üstünlük sağlamada ve mevcut sistemi korumada araçsallaştırılmasının, olası bir savaş durumuna kadar devam etmesi, önemli bir stratejik hamle olarak varlığını koruyabilir.