Geçtiğimiz haftalarda Sırbistan’da Cumhurbaşkanı Aleksandar Vučić tarafından üçüncü kez Ana Brnabić’in Başbakanlığında yeni kabine belirlendi. Kabinede iki önemli değişiklik yaşandı ve gerçekleşen bu değişimler Sırbistan’ın hem AB politkası hem de Rusya ile olan ilişkileri anlamında önemli mesajlar verdi. Öncelikle geçtiğimiz dönemde Rusya’nın Kosova’ya yönelik devlet statüsünde açıklamalar yapıp Sırbistan’ın sürekli olarak Rusya’ya karşı yaptırım kararını kötü niyetli olarak araçsallaştırdığını vurgulayan Eski Enerji Bakanı Zorana Mihajlović’in kabinede yer almaması, AB-Rusya denklemi arasında Rusya karşıtı bir hamle olarak yorumlandı. Bununla birlikte Sırbistan’ın iç-dış siyasetinde Avrupalılaşma sürecine rağmen radikal milliyetçiliğini hiçbir zaman gizlemeyen Eski İçişleri Bakanı Aleksandar Vulin, yeni kabinede kendine yer bulamadı. İlk kez 2013’de Kosova-Metohija’dan sorumlu portföysüz bir Bakanlık görevine gelen Vulin, uzun süre Priştina ile olan diyalog sürecini engellemeye çalışmıştı ancak başarılı olamamıştı. Yaptığı açıklamalar ile iç siyasetteki rövanşist milliyetçi gerilimlerin merkezinde yer almaya devam etmiş Kosova Sırpları’nın kendilerini Sırbistan vatandaşı olarak görmesinin meşru olduğunu vurgulamaktan yine hiçbir zaman geri durmamıştı.
1995 yılında ‘Bir Sırp’ın canına karşılık gerekirse 100 Müslüman öldürürüz!’ yönünde açıklamaları bulunan Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vučić’in geçtiğimiz günlerde Sancak bölgesine yaptığı ziyarette Bakara Suresi’nden ayetler okuyarak Sırbistan için Sırp ve Müslüman toplumunun birlik ve beraberlik içerisinde ilerlemesi yönündeki açıklamaları da gelecek dönemde Sırbistan’ın iç ve dış siyasetindeki beklenen dönüşümleri ortaya koydu(Vučić’in okuduğu ve birlik beraberlik yönünde mesaj verdiği ayet, Bakara Suresi’nin 208. ayeti)
Vulin’in yeni kabinede yer almaması, Cumhurbaşkanı Aleksandar Vučić’in gelecek dönemde AB’ye yönelik oluşturulacak stratejilerde ‘göreceli yumuşama’ ilkesinin kapsamını genişleteceği yönünde yorumlanabilir. Üstelik Kosova Başbakanı Albin Kurti’nin plaka değişiklik krizinde artık bir ertelemenin olmayacağına yönelik bir açıklama yapması ve ABD ile AB bloğunun bu krizin çözümüne yönelik Sırbistan’ı ablukaya alması, Vučić’in Vulin’e yeni kabinede yer vermemesinin bir önlem olarak görülmesini de ortaya koyabilir. Son olarak kabinede dikkat çeken diğer değişiklik ise Kuzey Sancak Müslümanlarının siyasa sürecindeki en önemli siyasi partilerinden olan Stranka Pravda i Pomirenja’dan(SPP-Adalet ve Uzlaşı Partisi) Edin Djerlek’in portföyü bulunmayan Kültür alanındaki Bakanlık görevine gelmesi oldu. Bu anlamda Sırbistan’da yer alan Müslüman toplumunun her ne kadar pek bir etkisi olmasada portföysüz Bakanlık koltuğuna kendilerinden bir aday göndermesi, benzer şekilde Sırbistan’ın gelecek dönemde AB ile olan ilişkilerinde olumlu yönde önemli değişim mesajları içeriyor. Üstelik partisinin ismini sık sık değiştiren Rahmetli Muamer Zukorlić’in partisinin ismide Pomirenja(Uzlaşı) ifadesine de yer vermesi, Sırbistan’da yer alan Kuzey Sancak Müslümanları’nın siyasa süreci ve iktidar mekanizmasında yer alması adına dikkate değer bir stratejik değişiklik oldu. 1995 yılında ‘Bir Sırp’ın canına karşılık gerekirse 100 Müslüman öldürürüz!’ yönünde açıklamaları bulunan Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vučić’in geçtiğimiz günlerde Sancak bölgesine yaptığı ziyarette Bakara Suresi’nden ayetler okuyarak Sırbistan için Sırp ve Müslüman toplumunun birlik ve beraberlik içerisinde ilerlemesi yönündeki açıklamaları da gelecek dönemde Sırbistan’ın iç ve dış siyasetindeki beklenen dönüşümleri ortaya koydu(Vučić’in okuduğu ve birlik beraberlik yönünde mesaj verdiği ayet, Bakara Suresi’nin 208. ayeti)
‘Açık Toplum Projelerine’ eğilerek hem mevcut ülkelerde yapısal dönüşümü tetiklemeye hem de Sırbistan, Arnavutluk gibi olası aday ülkeleri üyelik ve birlik sürecine hazırlıyor. Ancak AB’nin, aşınan ve rövanşizme yönelen Avrupalılık kimliğini kotarmak için yaklaşık 2 asırdır rövanşizm üzerinden tarih ve kimlik algısı oluşturan Balkan uluslarını aday olarak düşünmesi ne kadar gerçekçi ve pragmatist tartışılır.
Kabinede Dışişleri Bakanı olara görev alan Ivica Dačić’in açıklamaları ise ters yönde bir seyir olasılığı da verdi. Dačić, ‘’Batı, Kosova meselesindeki tutumu ile bizi Rusya ve Çin’in kollarına itiyor.’’ yönündeki ifadeleri ile aslında ilginç bir ifade daha kullandı ve bu ifade AB’ye stratejik bir öneri mesajıydı: ‘Her insan ve hayvanın tutunduğu bir dal vardır. AB bize tutunacak bir dal vermeden tutunduğumuz dalı(Kosova) elimizden almaya çalışıyor.
Dačić’in bu mesajı Sırbistan’ın dış ve iç siyasetinin Avrupalılaşma sürecinde, tahmin edilen tabuların aksine açık kapı bırakılacağını gösteriyor. Bu haftaki konumuzun sonuna gelirken, son olarak AB-Sırbistan ilişkisinin temel dinamikleri ve çıkarlarına, kimin neler kazanmak istediğine bir göz atalım.
AB, özellikle 2008 Krizi sonrası gittikçe aşınan ve üye ülkeler nezdinde anlamını kaybeden ‘üst Avrupalı kimliğinin’ kotarılması için genişleme yönünde yeni stratejiler oluşturmayı hedefliyor. Üye ülkelerin gün geçtikçe rövanşist bir biçimde kendi ulus kimliklerine sarılıp AB’nin ontolojilerine tehlike oluşturduğuna yönelik açıklama yapmaları, kendini artık Avrupalı olarak tanımlayan nüfus oranında ciddi azalmalara yol açıyor. AB bu doğrultuda siyasi perspektiften değil, sosyolojik perspektiften strateji ve hedefler oluşturarak ‘Açık Toplum Projelerine’ eğilerek hem mevcut ülkelerde yapısal dönüşümü tetiklemeye hem de Sırbistan, Arnavutluk gibi olası aday ülkeleri üyelik ve birlik sürecine hazırlıyor. Ancak AB’nin, aşınan ve rövanşizme yönelen Avrupalılık kimliğini kotarmak için yaklaşık 2 asırdır rövanşizm üzerinden tarih ve kimlik algısı oluşturan Balkan uluslarını aday olarak düşünmesi ne kadar gerçekçi ve pragmatist tartışılır.
Ancak AB, bu açıdan bakıldığında birlikten ayrılan İngiliz ekolünün miras bıraktığı ‘inşaacılık modelinde’ ortaya konan yapısal dönüşümü, mevcut aktörlerin çıkarları üzerinden yeniden inşa etmeye hazırlanıyor. Sırbistan gibi devlet sistematiği içinde normatif ve muhafazakar yapısı güçlü olan aktörleri inşaacılık modeli kapsamında değerlendirmeye başalayan AB, Sırbistan’ın bu iştiyak ve hevesini araçsallaştırmayı hedefliyor ve böylece aşınan Avrupalılık kimliğini, hâlâ dönemsel olarak ‘barbar’ gözü ile bakılan Balkan ulusları ile korumayı hedefliyor. Yeni inşaacılık teorisini Avrupalılık kimliği üzerinden meşruiyet aracı olarak gören AB’nin rövanşist gerilimler için ise olası reçetesi, postmodern inşaacılık anlayışının aktörler arası ilişkilere Smith’in ‘görünmez el’ teorisini teşmil etmesi.
Bu konuda en önemli örneği şüphesiz ülkede eşcinselleri öldürmeye yönelik tehdit savuran kilise yapısına karşın ülkeyi üç dönemde eşcinsel bir başbakanın yönetmesi oluşturuyor. Devlet aygıtından bu doğrultuda ‘rica’ alan kilise-devlet ilişkisinde kilisenin kutsal rolünün, halk üzerinde meşruiyet ve algı mekanizması görevine evrildiğini görmek mümkün.
Bu açıdan bakıldığında Sırbistan’ın oluşturduğu yeni hükümetin ve AB’nin bir ‘win-win’ilişkisine oldukça sıcak baktığını söyleyebiliriz. Kosova miti, geleneksel mağdur Sırp kimliği, Batının tarihsel süreç içerisinde Sırp kimliğinin en önemli düşmanlarından Yugoslavya’nın destekçisi olması, Krajine Sırplarına Batı’nın ihaneti, Bosnalı Sırplara yönelik sürekli aleyhte davranan bir Batı bloğu olması(Özellikle son Bosna seçimlerinde ABD’nin yoğun şekilde Denis Bećirović’i desteklemesi en son örnek) vb. endişelere sahip Sırp toplumu ve siyaseti, AB üyeliği için birçok endişesini kenara bırakmaya hazır gibi görünüyor. Tabi Kosova sorunu hariç diyebiliriz çünkü Kosova miti, Sırp kimliğini meydana getiren ana aktör. Ancak özellikle sosylojik anlamda, Sırplarla temas edildiğinde AB üyeliği söz konusu olduğunda ‘Bosnalı Sırplardan bize ne, zaten bize yükler.’ yönündeki ifadeleri ve hatta çoğunun Srebrenica gibi soykırım hadiselerinden bihaber olması aslında direnç kaynaklarının dayanıksızlığını ortaya koyuyor. Kosovalı Sırpların çoğunun da son yaşanan plaka krizinde sokağa çıkamaması, artık halkta da mental bir yorgunluğun ve refah özleminin işaretlerini gün yüzüne çıkarıyor. Ancak yine de Ocak 2022’de Dodik merkezli Balkanlarda meydana gelen kriz anında Balkanlardaki istihbaratının %80’inin Banja Luka’ya aktaran ve hâlâ Balkanlarda en önemli oyun kurucular arasında yer alan Rusya’nın da strateji ve hedeflerine dikkat etmek gerek. Özellikle beklenin aksine Milorad Dodik’in Entite Cumhurbaşkanlığı’nın tescillenmesi, Rusya’nın Bosna ve Balkanlarda son dönemdeki tek ve en önemli zaferi oldu. İlerleyen dönemde Rusya’nın Balkanlardaki strateji merkezinin Banja Luka olacağı artık âşikâr.
Son olarak Ortodoks Kilisesi ve Sırbistan STK’larının AB yolundaki etkilerine göz atıp bu haftaki konumuzu noktalayalım. Sırp Ortodoks Kilisesi’nin Sırbistan siyasetindeki etkisinin geçtiğimiz dönemlere karşın zayıflaması ve devlet aygıtının halkın tepkilerini bastırma, minimalize etme ve ‘anestezik siyasi hamlelerle’ halkta afyon etkisi oluşturmak için kilisenin yeni yeni görev üstlenmesi, AB yolunda Sırbistan’ın elini güçlendiriyor. Bu konuda en önemli örneği şüphesiz ülkede eşcinselleri öldürmeye yönelik tehdit savuran kilise yapısına karşın ülkeyi üç dönemde eşcinsel bir başbakanın yönetmesi oluşturuyor. Devlet aygıtından bu doğrultuda ‘rica’ alan kilise-devlet ilişkisinde kilisenin kutsal rolünün, halk üzerinde meşruiyet ve algı mekanizması görevine evrildiğini görmek mümkün.
AB’nin son derece önem verdiği STK yapılanmalarının yeni hükümet dönemindeki plan ve projeleri de merak konusu. Ancak iç siyasetin yoğun baskısı ve kıskacı altında olan STK’ların AB yönünde özgürleşeceğine inanç pek fazla değil. Çünkü hâlihazırda Kosova ve diğer Sırp milli kimlik hassasiyetleri yönünde açılımlar yapan Sırp STK camiasını iki önemli isimden Vesna Pesič ve Anastasijevič’e silahlı saldırı düzenlendiğini unutmamak gerek. STK’ların bu kıskaçlar altında mevcut yeni hükümet tarafından Yugoslavya dönemindeki savaş suçlularının yargılanması konusunda(YUCM) yardımcı mekanizma görevi görmesi ve siyasi-sosyolojik baskıları biraz olsun üstünden atması muhtemel gözüküyor. Ancak Sırbistan eski hükümetlerinin ve siyasetçilerin sıklıkla ABD’nin 1980 tarihli kongresini dayanak göstererek CIA eski Şefi Colby’nin ‘’dış devletlerin iç meselelerine açıktan müdahale için STK’ların önemi’’ temalı açıklamalar yapması, Sırbistan’da oluşturulan yeni hükümetin AB yolundaki STK kozunu zayıflatıyor.