Korkut ve hikaye kelimelerini yan yana kullanınca aklımıza Dede Korkut geliyor öncelikle. Fakat hikayesi ve fikirleriyle Şehzade Korkut’tan bahsedeceğim bu yazıda; hanedan ailesine mensubiyeti, ilmi çalışmalarla meşgul olma, sanat eserleri oluşturma gibi bilinen özelliklerinin yanında trend normları eleştirerek bedel ödemiş bir isimden.
Her devrin bulunduğu çağa göre şekillenen normları vardır. Bu normlar çerçevesinde oluşan idari yapılar, çoğunlukla ilmi çalışmaları da etkilemiştir. Bu nedenle içinde bulunduğu çağın trend olan normlarına idari, siyasi veya ilmi alanlarda karşı çıkmak; sonucunda başarıya ulaşılsa dahi bedel ödemeyi gerektiren bir tavırdır.
Bedel ödemeyi göze almanın kendisi, ne uğruna olduğu tartışmasının haricinde saygıyı hak eden bir yaklaşımdır.
Bedel ödemeyi göze alan isimler, genellikle elde ettikleri sonuca bakılmaksızın sonraki nesillerce bilinen ve anılan isimler olmaktadır. Bedel ödemeyi göze almanın kendisi, ne uğruna olduğu tartışmasının haricinde saygıyı hak eden bir yaklaşımdır. Temelinde düşünsel bir gayret gerektirir, konfor alanının dışına çıkmayı gerektirir, sosyal çevreler veya güç odaklarını karşınıza almanızı gerektirir.
Korkut, aile geleneklerinden farklı olarak Şafii mezhebini tercih etmiş ve yine diğer aile üyelerinden farklı olarak ilmi konularla ileri düzeyde ilgilenerek eserler kaleme almış. Manisa ve Antalya’daki görevleri sayesinde de yaşadığı düzenin sorunlarına pratikte şahit olmuş ve ilmi eleştirilerini bu yönde yoğunlaştırmış.
Ganimetlerin paylaşımı, kölelik – cariyelik sistemi ve Osmanlı’nın vergi düzenine yönelik eleştirilerinin yanında idarecilikle ilgili düşünceleri dikkat çekici. Yöneticilik imtihanıyla baş edecek güçte olmadığını ifade ederek affını istiyor.
“Bana saltanat ve eyalet gerekmez” diyerek çekildiği Antalya Kalesi’nde ilmi eserlerini yazmaya yoğunlaşıyor ve diğer yandan divan sahibi bir şair, iyi düzeyde bir hattat ve besteleri günümüze ulaşmış bir musikişinas olarak biliniyor. Hikayesinin buraya kadar olan kısmını, bir beytinde şöyle ifade ediyor: “Tâc u kabâyı terk idüp 'uryân olayum bir zemân / Gurbetde seyrân eyleyüp pûyân bir zemân.”
İşin aslına baktığımızda ise Korkut, kendi hikayesiyle ilgili farklı bir yol tercih etmiş. Çünkü ona göre bir insanın hem takvalı bir Müslüman hem de etkili bir yönetici olması mümkün değil. Bu iddiasını gerekçesiz bırakmamış elbette.
İlk gerekçeyi; yöneticinin, kirli işlere bulaşmış insanlardan uzak kalmasının imkansızlığı üzerinden aktarıyor. Diğer yandan, şeriat ile örfün uyuşmazlığından bahsederek şeriata uymak isteyen birinin, örfi kuralları dikkate almak zorunda olan yöneticiliği tercih etmemesi gerektiğini söylüyor. Yöneticinin, insanlardan haksız yere mal toplamanın zorunlu olması nedeniyle şeriata uygun hareket edemeyeceğinden bahsediyor. Hükümdarlığın, kalp huzuruna engel olduğunu ve tüm bu sorunları halletse bile taht kavgalarına, savaşa, kargaşalara girmenin kaçınılmaz olduğunu öne sürüyor.
Osmanlı’nın yerleşmiş uygulamalarından olan köle – cariye düzenine, siyaseten katle, vergilendirme sistemine, müsadereye karşı fıkhi savunmalar kaleme alıyor.
Korkut, yönetimden uzak durmaya çalışırken yönetimin İslam hukukuna aykırı gördüğü noktalarına kitaplarında değiniyor. Osmanlı’nın yerleşmiş uygulamalarından olan köle – cariye düzenine, siyaseten katle, vergilendirme sistemine, müsadereye karşı fıkhi savunmalar kaleme alıyor.
Eserlerinde, ganimetlerin fıkha uygun bir şekilde paylaştırılmadığından bahsediyor ve bu durum karşısında fıkıh alimleriyle kadıların sessizliğine olan şaşkınlığını ifade ediyor.
Yönetimdeki sultanların oluşturduğu örfün, ahirette şeriat ve adaletten uzaklaşmanın özrü olamayacağını ve yönetimdeki örfün en kötüsünün haksız yere insan öldürmek olduğunu söyleyerek kardeş katli uygulamasına yönelik tavrını ortaya koyuyor.
Yine yöneticilerin örf haline gelmiş uygulamalarından vergilendirme sistemine değiniyor ve halkın mecburi rıza gösterdiği mallarının gasp edilmesinin helal olmadığını iddia ediyor. Ne sebeple olursa olsun haksız bir şekilde elde edilen malların haram olduğunu ve sahiplerine iade edilmesi gerektiğini söyleyerek sistemi, mal gasbıyla itham ediyor.
Şehzade; cihadın meydanlarda kılıçla düşman askerine karşı yapılandan ibaret olmadığını söyleyerek çok daha geniş kapsamlı yorumluyor. Diğer alanlarda verilecek mücadelenin savaştan daha değerli bir cihat olduğunu dile getiriyor.
Değindiği birçok konunun yanında bir kitabını şu ifadeyle bitiriyor: "Ahirette kurtuluşun tek yolu, köle ve cariye alım satımına bulaşmamaktır".
Geride bıraktığı lüks, hanedan varlığı, şan ve şöhretin yerine ilmi, şiiri, musikiyi tercih ederek hikayesini oluşturuyor Korkut. Peki hikayesinin sonu nasıl bitiyor? 1513'te kardeşi Yavuz Sultan Selim tarafından idam ediliyor.
Bence Korkut, ödediği bedel sebebiyle anılmayı fazlasıyla hak ediyor. İçinde bulunduğu düzeni, kendi ailesi başında olmasına rağmen inandığı değerlere uymadığı için açıkça eleştirecek cesareti bulabiliyor.
Herkes, hikayesiyle nasıl anılacağının temelini oluşturuyor. Korkut; bedel ödemiş ve kitapları, şiirleri, diğer birçok eseriyle günümüze kadar ulaşmış bir isim.
Yazıyı da bestelediği Kürdi peşrevle bitirmiş olayım, iyi dinlemeler: