Bugün Fikir, Birlik ve Mücadele Platformunun organizasyonu bir araya gelen çeşitli STK’lar LGBT aktivizmi karşısında aileyi, çocukları ve değerleri korumak çağrısı ile bir yürüyüş organize ettiler. LGBT konusunun tartışmaları bir yana duyulan kaygı  ve mücadele ihtiyacı içerisinde sivil oluşumların böyle bir irade ortaya koyması ve harekete geçmesi gayet doğal ve makul. Çözümün bir parçası olabilir mi? Tartışmalara nitelikli bir katkı veya argüman sağlıyor mu? Yürüyüşü düzenleyenlerin bu konuda nasıl bir söylemi var? Bu soruların hepsi meselenin kendi özünde sorulup cevaplanmalı ancak öncesinde şu mühim, uluslararası kamuoyunda devletlerin, şirketlerin, medyanın, çeşitli STK’ların hakim ve baskın bir aktivizm haline dönüştürdüğü LGBT savunuculuğunun Avrupa ve Amerika’da kimi durumlarda zorbalık olarak adlandırılabilecek kadar hakim bir pozisyon kazandığı günlerde Sırbistan örneğindeki gibi karşıt kimi hareketlerde kendini göstermeye başladı. Türkiye’de yakın zamana kadar toplumsal karşılık bulmasada hareket alanı kazanan LGBT aktivizminin son yıllarda bazı marjinal söylemler dışında aynı zeminde kayda değer bir toplumsal hareket ile karşıtlık gördüğünü söylemek zor. Yani sivil bir hareket olarak örgütlü ve organize bir şekilde LGBT hareketi karşısında konumlanan, karşıt söylem üreten, entelektüel tartışmalar yapan ve konunun toplumsal temellerinde bir çözüm öneren sivil inisiyatif kendini göstermiş demek istisnai örnekleri olmakla beraber mümkün değil. İşte bu ortamda yazının başında zikrettiğim Fikir, Birlik ve Mücadele Platformu oluşumu mezkur karşıtlığın vücut bulduğu bir sivil inisiyatif örneği olarak dikkate değerdir. 

Marjinal uçların üzerinde bina edilen hareket, varlığını sürdürmekte kendisine karşıt söylem üreten marjinal uçların şiddet ve tehdit içerikli söylemlerine dayanarak oluşturduğu mağduriyet halini bir koruma kalkanı yapmakta, aslında karşıt söylem üreten toplum kesimlerinin kahir ekseriyetinin ortaya koymadığı düşmanlık ve nefreti LGBT karşıtı olan tüm odakların ortak noktasıymış gibi göstermektedir.

İnsan hakları, adalet ve insanlık onuru üzerine adım atılan herhangi bir toplumsal hareket bugün artık Avrupa’da her neye karşı gelişmiş olursa olsun Lgbt toplulukları ve veganizm savunuculuğu yapmadığı takdirde muteber görülmüyor. İnsanların etnik kökenleri ile kimliklendirildiği geçtiğimiz modern yüzyılların ardından günümüzde modern ötesi yaşanan süreçte öznenin artık kiminle nasıl cinsel ilişkiye gireceği, canlıların yaşamına nasıl müdahale edip “temiz olanlardan” nasıl yemesi gerektiği üzerinden bir kimlik inşası ortaya çıkmaktadır. Toplumsal cinsiyet çalışmaları ekseninde cinsiyetler arası ilişkinin toplumsal alanda adil bir yere sahip olması için verilen mücadelelerin üretmeyi başardığı söylem ve oluşturduğu kamuoyunun bugün gelinen noktada cinsiyet tanımları ile yaşadığı kavramsal değişiklik, yeni modern insana belirli bir kimlik dayatması oluşturuyor. LGBT aktivizminin hırçın, yayılmacı ve dayatmacı hareket tarzı, bilinçli yada bilinçsiz aktivistleri tarafından bahsedilen kimlik inşasının tuğlalarının döşenmesi ve gerek medyanın gerek sermayenin bu noktada herhangi bir muhalif duruş ortaya koymasına imkan vermeyen bir baskı alanı oluşturuyor. Türkiye’de toplumsal karşılığı batı ülkelerinde olduğu kadar teveccüh gören bir hareket olmasa da medya ve kamusal alan hususunda sahip olunan yöntem tıpkı küresel anlamda uygulandığı gibi uygulanmaktadır. Bu durum sadece Müslüman bir ülke için için değil Ortodoks Hristiyanlığın hala önemli olduğu Sırbistan gibi bir ülke içinde benzer şartlara sahiptir.  Nihayetinde din; LGBT hareketinin politik, toplumsal her türlü alanda varoluşu için bittabi en temel düşmanı olacağı olgudur. Öyleki sahip olduğu evrensel söylemin küresel anlamda İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik haricinde uzlaşı sağlayamayacağı veya sindiremeyeceği hiçbir ideolojik, politik veya mezhebi bir yaklaşım bulunmamaktadır. Bu nedenle marjinal uçların üzerinde bina edilen hareket, varlığını sürdürmekte kendisine karşıt söylem üreten marjinal uçların şiddet ve tehdit içerikli söylemlerine dayanarak oluşturduğu mağduriyet halini bir koruma kalkanı yapmakta, aslında karşıt söylem üreten toplum kesimlerinin kahir ekseriyetinin ortaya koymadığı düşmanlık ve nefreti LGBT karşıtı olan tüm odakların ortak noktasıymış gibi göstermektedir. Bu refleksin doğal gelişen sebepleri de var elbet. Toplumun sinir uçlarına dokunan böylesi bir meselede aşırı tepkilerin daha önce yaşanmış örnekleri LGBT bireylerin şahsen bir korku ve endişe duymasına sebebiyet verebilir. Ancak LGBT hareketinin bireylerin muhatap olduğu durumdan ziyade politik bir zeminde geliştirdiği söylem adeta bir satranç hamlesi gibi kendisini hakim ve karşı konulamaz bir konuma getirmek üzere oluşturulmuş bir strateji. O sebepledir ki, aktivizmin karşısında makul söylem, nefretten uzak dil üzerine kurulu bir toplumsal hareket mekanizması fevkalade ihtiyaçtır. Bugün düzenlenen yürüyüşün, organizasyon sürecinde geliştirilen söylem ve “aile” değeri üzerine bina edilen müşterek alan bu anlamda iyi niyetli ve çözüm odaklı bir girişim olarak ele alınabilir. LGBT bireyler ile iletişimin önüne ket vuran, temelci ve toptan redde dayalı hiçbir söylem konuya dair bir çözüm getirmeyecek, ailemizi korumak istediğimiz süreçte sadece yangına benzin dökmek olacaktır. O nedenle aşırılıktan, iletişime kapalı olmaktan, nefret ve düşmanlık söylemlerinden uzak durmak, ayrıca bu söylemlerin dile getirilmesine, vücud bulmasına sivil olarak müsaade etmemek gerekmektedir. Bu bağlamda ideolojik farklılıkları hatta din farklılıkları olan birçok sivil oluşumun bir araya gelerek insanlık, aile ve çocuk gibi temel konularda böyle bir hareket ortaya koyması umutla karşılanmalı ve bu girişimin herhangi bir şekilde hüsrana uğramasına müsaade edilmemelidir.

LGBT konusu üzerine çözüm tartışmaları tam olarak bu yazının muhteviyatını oluşturmuyor. Burada bir başka husus, hep üzerinde durmaya çalıştığım sivillik vurgusu. RTÜK tarafından bugün düzenlenen yürüyüş için bir kamu spotu hazırlanmış. Konuya dair devlet ve hükümetler nezdinde bir çalışma yapılması, politika geliştirilmesi elbette gerekli ve doğaldır. Doğal olan politik seyre rağmen Türkiye’de siyasal atmosferin genel durumu göze alındığında ise RTÜK gibi kurumlar devletin işleyen organlarından ziyade iktidarın işleyen organları gibi görülmekte. Keza iktidarın mevzubahis konu için ortaya koyacağı herhangi bir söylem de ne kadar iyi niyetli olursa olsun mevcut durumda kamuoyunun haklı sebeplerle gösterdiği tepkisellik nedeniyle böyle bir sivil harekete sadece gölge düşürür hatta zarar verir. Türkiye maalesef siyasal katılım neticesinde sivil iradenin mecliste temsilcisi olarak bulunan partilerin bu gibi toplumsal sorunlarda ihtiyaç duyulan birliği sağlayabildiği bir siyasal kültüre sahip değil. Haricen mevcut iktidarın vatandaş için olumlu görünmeyen hayli kabarık bir dosyası var. İnsanlar yaşanan onca hak ihlali, din adına sömürüler, iltimaslar ve halkı süpheye sevk eden ekonomik durum neticesinde iktidarın karşıt söylem geliştirdiği bir meseleye soğuk yaklaşmaktalar. En masum haliyle bu sebepten ötürü ancak temelde sivil inisiyatifin lehte veya aleyhte hiçbir müdahaleye uğramaması şartı için iktidarın veya devlet organlarının böyle bir sivil oluşuma destek için bile olsa müdahil olmaması gerekmektedir. Sivil alan, STK’lar, toplumsal hareketler ve enformel topluluklar fark etmeksizin devletin müdahil olmaması gereken alandır. Bu saik çerçevesinde RTÜK aileyi korumak çağrısıyla yapılan bu yürüyüşe dair bir kamu spotu asla yayınlamamalıydı. Ancak geliştirilen politikalar çerçevesinde, haricen böyle bir yol izlemesi kurumun münhasır işleyişi ile ilgilidir ve belki küresel anlamda şirketlerin, büyük medya kuruluşlarının, siyasi partilerin, hükümetlerin bu harekete karşı kaldığı çaresiz ortamda büyük bir adım dahi olabilir. 

Buraya kadar yürüyüş organizasyonunun öncesindeki süreci değerlendirdim. Eşimle birlikte katıldığımız yürüyüşe dair izlenimlerimi ve değerlendirmelerimi ise buradan sonrasında ele alacağım. Öncelikle belirtmeliyim ki küresel LGBT aktivizminin çeşitli ülkelerde karşılaştığı karşıt eylem ve söylemler içerisinde bu yürüyüş geliştirilen söylem açısından makul bir yerde duruyor. Yürüyüşün çağrısının yapıldığı süreçte yürütülen makul söylem ve birliktelik olgusu, organizasyon içerisinde ve süresince de kendini korudu. Oyuncuların, gazetecilerin, STK’lardan isimlerin, sosyal medya fenomenlerinin, doktorların, psikologların ve akademisyenlerin konuşmacı olarak katıldığı programda sahneye çıkan herkesin sözlerinin genel mahiyeti aile değerleri, fıtrat ve çocukların korunması üzerine oldu demek yanlış olmaz. Sahnede söz alan insanlardan kimisi milliyetçi kimisi İslamcı olarak adlandırılabilir, Ulusalcılardan söz alan insanlar olurken, bir tarafta Cumhuriyet Kadınları Derneği söz alıyor, yani organizasyonun toplumun pek çok kesimini kuşattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Kuşatıcı dile mugayir görülebilecek tek söylemin kimi konuşmacıların özellikle üzerinde vurgu yaptığı “Türklük” vurgusu olduğunu söyleyebilirim fakat ideolojik çerçevesi açıkça belli olan bu kişilerin böyle bir söylemi gayri ihtiyari kullandığını düşünüyorum. Ancak böylesine güzel hazırlanmış bir organizasyon içerisinde organizasyon sürecine katılan STK’ların temsilcileri söz almıyorken konu ile ilgili olmayan bazı sosyal medya aktörlerinin sahnede yer bulmasını tuhaf karşıladım. AK Parti çevrelerinde yandaş ve fanatik yayınlar ile ünlü Abdurrahman Uzun ve Tuğrul Selmanoğlu’nun bu bağlamda hangi saikle programda yer aldığı düşündürücü. Ayrıca her ne kadar yürüyüşün organizasyon sürecinde önemli bir yeri olsa da genel mahiyet gereği uygunluğunu sorguladığım bir husus ise Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Meltem Ayvalı Hanımefendi’nin söz alması oldu. Kendisinin konuşmasının kahir ekseriyetinin konu ile ilgili taşıdığı mahiyet açısında pekala güzel bir konuşma olduğunu belirtmekle beraber, başka herhangi bir siyasi partinin yer almadığı bir organizasyon içerisinde bir siyasi partinin adına konuşma yapılması genel durum ile abesle iştigal bir görüntü olabilir. 

“Biz LGBT bireylere karşı bir hareket içerisinde değiliz, biz küresel olarak yapılan LGBT dayatmasına karşı aile değerlerinin yanındayız. Biz bize yakışanı yaparak buna karşı gelirken asla bir nefret söyleminde bulunmayacağız.” minvalinde vurgularda bulundu.

Toplumun farklı pek çok kesiminden oluşumun aile ortak paydası ile buluştuğu organizasyonun katılımcı kitlesi ise genel itibariyle bakıldığında muhafazakar, İslami çevrelerin katılımı yoğun görünse de alan içerisinde çok çeşitli bir katılım vardı. Çeşitli katılımın organizasyonun paydaşları olan kuruluşların destekleyici kitlelerinden daha çok münferid olarak katılım sağlayan aileler olduğunu müşahede ettim. Bu da gösteriyor ki belirli bir ideolojik, dini ve cemaat çevresine ait organik bir kitle değil, doğrudan ferd ferd irade gösteren organik bir kitle katılımı söz konusu. Yani insanların bu konuya dair bir hassasiyeti var ve bu kendini nefret söyleminde bulmaktan ziyade aile gibi temel bir değerde buluşulan çözüm odaklı bir girişimde buluyor. Organizasyonun başlangıcından itibaren yapılan anons ve yönlendirmelerde özellikle slogandan kaçınılması, nefret söyleminde bulunulmaması çağrısı yapılırken (alanda böyle bir girişim de olmadı) sunucu beyefendinin sahnedeki her cümlenin ardından “Biz LGBT bireylere karşı bir hareket içerisinde değiliz, biz küresel olarak yapılan LGBT dayatmasına karşı aile değerlerinin yanındayız. Biz bize yakışanı yaparak buna karşı gelirken asla bir nefret söyleminde bulunmayacağız.” minvalinde vurgularda bulundu. 

Uzun yıllar Almanya’da yaşamış olan davranış ve nörobilim üzerine çalışan Doktor Şöhret Karaduman kendisinin çocuklarını korumak için 44 yıl yaşadığı Almanya’dan Türkiye’ye taşındığını belirttikten sonra, bu konuda hakim LGBT aktivizminin aleyhine sonuçlar doğurabilecek çalışmalar yada tedaviler uygulayan doktor ve psikologların uğradığı şiddetli mobbing uygulamalarının üzerinde durdu.

Gelelim konuşmacıların değindiği hususlar ve yürüyüşün genelinde taşınan döviz, pankartlar ile nihayetinde yapılan manifesto ilanına. Aile değerlerinin korunması, LGBT hareketinin sanat dünyası, medya, iş dünyası üzerinde pek çok ülkede kurduğu tahakküm ve baskılar, çocukların cinsiyetsizleştirilmesinin kabul edilemez gerçekliği ve sağlıksızlıkları ve zararları, çocuklara yönelik yapılan LGBT propagandası ve çocukların burada malzeme haline getirilmesi konuları hemen her konuşmanın ortak paydası oldu. Son birkaç günde sosyal medyada gündem olan ABD’li bir cinsiyet değiştirmiş çiftin 4 yaşından beri hormon verilerek trans birey olarak yetiştirdikleri 10 yaşındaki çocuklarını Paris moda haftasında podyuma çıkarması olayı gibi çocukların istismar edildiği örnekler üzerinden çocuklara dair tehlike ise bir diğer vurgu oldu. Bu bağlamda söz alan uzman isimlerden Psikiyatrist Mustafa Mert çocuklara yönelik bu çalışmaların ardından sağlığı bozulan çocukların dahi ilerleyen yaşlarda bu hormon alımından vazgeçip doğal cinsiyeti ile hayata devam etmeye yönelik tedavi taleplerine karşılık vermenin önüne geçilmeye çalışıldığından bahsetti ve Avrupa’da buna mesleki olarak cezalar getirilerek destek olunduğuna değindi. Mustafa Mert ayrıca bu yönelimin önüne geçmenin ilk adımının çocukların aile içerisinde sevgi ile kucaklanmasından geçtiğini söyledi. Yine uzun yıllar Almanya’da yaşamış olan davranış ve nörobilim üzerine çalışan Doktor Şöhret Karaduman kendisinin çocuklarını korumak için 44 yıl yaşadığı Almanya’dan Türkiye’ye taşındığını belirttikten sonra, bu konuda hakim LGBT aktivizminin aleyhine sonuçlar doğurabilecek çalışmalar yada tedaviler uygulayan doktor ve psikologların uğradığı şiddetli mobbing uygulamalarının üzerinde durdu. LGBT aktivizmine karşıt söylemlerde bulunan ve eleştirel paylaşımları neticesinde sosyal medya hesapları sansürlenen gazeteci Ersin Çelik ise hem sosyal medyada hem dizi, film ve çizgi filmlerde çocuklara yönelik yapılan propagandadan bahsederken, bu konuda yaptığı paylaşımlar neticesinde sosyal medyada uğradığı baskıları dile getirdi ve bununla mücadele için sosyal medyanın önemine dikkat çekti. Çocuklara yönelik içerikler üreten ve Sertaç Abi kanalıyla yayın yapan Sertaç Güngör ise özellikle YouTube mecrasının bu konuda önemine değindi. Çocukların çokça muhatap olduğu dijital platformlarda yararlı içeriklerin sayısının artırılması gerektiğine vurgu yaptıktan sonra ailelere çocuklarının sosyal medyada girdikleri içerikleri dikkatle takip etmeleri ve zararlı içeriklerden mümkün olduğunca onları uzak tutmaları konusunda uyardı. Cumhuriyet Kadınları Derneği adına konuşan Elif Eskin ise kadın hareketleri içerisinde LGBT hareketine destek olan oluşumların varlığından söz edip bu hareketlerin kadın hakları çalışmalarına da zarar verdiğini, kadının fıtrat olarak varlığına karşı bir söylem olduğunu belirtti. Kadın hareketlerinin uğradığı deformasyondan bahsederken aile değerlerine de işaret etti.  

Yürüyüşün ardından Beyazıt Meydanında okunan Manifesto’da ise özellikle nefret söylemlerinden ve eylemlerinden uzak durulduğu ve durulması gerektiği üzerinde vurgu yapıldı. Ardından LGBT bireylere karşı bir tutum sergilenmediği bilakis onlar ile iletişime ve desteğe hazır olunduğu vurgusunun ardından LGBT hareketinin küresel propagandasına karşı olunduğu beyan edildi. Hiç kimsenin kılına zarar gelmesinin istenilmediği özellikle beyan edildi. LGBT hareketinin yaptığı dayatmanın varoluşsal bir şiddet olduğu dile getirildi. Henüz doğmamış bebeklerin hayatının tehlikede olduğu vurgusu ile birlikte çocukların hedef alınmasının, hiçbir çocuğun cinsiyet değiştirmeye dair bir zorlamaya tabi tutulamayacağının, böyle bir uygulamanın ve savunmasız çocukların bu yönelimde olan yetişkinlerce hormon tedavisi uyglanarak cinsiyetsizleştirilmesinin istismarı olduğu dile getirildi. Yine yakın zamanda ergenliği önleyici ilaçlar alarak cinsiyet değiştirmiş bir gencin bu yaptığından pişmanlığı ve buna sebep olanların yaptığının büyük bir kötülük olduğunu söylediği videoya da atıfta bulunularak insanların bu yoldan rücu etmelerininde önüne geçilmeye çalışılmasından söz edildi. Moda dünyasının cinsiyetsizlik propagandası yaptığından, bazı Türk bankalarının da dahil olduğu uluslararası bir iş ve finans birlikteliği ile bu harekete karşı olanlar baskı uygulandığından bahsedildi. İş yerlerinde LGBT aktivizminin kabulünün dayatılması yanında yazı başında şahsımın da zikrettiği herhangi bir hak savunusunda LGBT şartı olmaksızın savunuculuk yapılmasına karşı bir baskı oluşturulduğu dile getirilerek bu baskıya karşı çıkıldığı beyan edildi. Sosyal medyada LGBT aktivizmine karşı nefret içermeyen içerikler üretilmesine karşın karşı söylem geliştiren hesapların uğradığı sansür ve hesap kapatmaları dijital bir faşizm olarak nitelendirildi ve buna boyun eğmeme çağrısı yapıldı. Anayasa’nın 41. maddesine atıfta bulunularak toplumun temeli olan Aile’nin korunması üzerinde duruldu. Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk’ün toplumun temelini ailenin oluşturduğu, ailenin ise kadın ve erkekten mülhem olduğu beyanında bulunduğu sözü beyan edilerek insanın varoluşuna karşı çıkılarak cinsiyetlerin inkar edilmemesi, ailenin kadın ve erkek olarak eşlerden mülhem oluşu dile getirildi. Türkiye’nin farklı illerinde 150.000’den fazla ıslak imzalı dilekçe toplandığını, bu dilekçeler ile ilgili konuya dair yasal düzenlemelerinde yapılması adına TBMM’de grubu bulunan bütün siyasi partilere çağrıda bulunulacağı açıklandı.Yürüyüşe katılan ailelerin bir Türkiye fotoğrafı olduğu vurgusu yapıldı ve milli irade üzerinde duruldu. Sağduyu çağrısı ve aile sevgi bağlarının korunması temelinde konuşma nihayete erdi. 

LGBT hareketinin savuncusu kimi hesaplar tarafından bu yürüyüşe tepki olarak yayınlanan “Peki Biz Aile Değil miyiz?” açıklamasında kısaca değinmek istiyorum. Bu yazı haricinde yine sosyal medyada sansür ve marjinal örnekler ile çarpıtma yoluyla özellikle din ve dini gurplar üzerinden bir söylem geliştirilerek çok iyi niyetli görünmeyen tepkiler verildi. Bu yazıda ise LGBT bireylerin kendilerinin kurduğunu beyan ettikleri aileler için çocuklarımız bu şekilde doğdu savunması ortaya konmakta. Ancak LGBT dayatmasına karşı konulan tepkinin ortak noktası ise ailenin doğal cinsiyetler olan Kadın ve Erkek birlikteliği üzerine kurulduğu önermesi olduğu için bu isyan mevzubahis yürüyüşün beyanına doğrudan muhalefet ederek uzlaşıdan uzak bir alanda kalmaktadır. Nitekim bu konunun taraflar arasında bir uzlaşı üzerine çözüme kavuşacağını düşünmüyorum. Bu şiddet üzerine bir çatışma doğuracak demek değil ancak iki taraf arasında doğrudan insanın ontolojisi üzerine bir zıtlık olduğu için çözümün uzlaşıdan ziyade toplumsal alanda karşılık bulmak üzerinden bir çözüme ulaşacağını tahmin ediyorum. 

Mevcut durumda ailenin huzurlu bir temel parça olarak ihya edilmesi nesillerin LGBT yöneliminden korunacağı bir gelişim imkanı vereceği için madalyonun bir yüzünde yer tutuyor. Bir diğer yüz ise halen LGBT birey olan insanlar ile bire bir ilietişim sağlanması ve bu tercihlerinin nedenlerinin anlaşılması. Sonrasında bu bireylerin toplum tarafından yeniden ailelerine kazandırılması ve sevgiye fıtrata karşı çıkmayan insanların yanında kavuşabilecekleri ortamı sunmakla mümkün.

LGBT propagandasının kuşatmacı tarzı kendisine karşı söyleme oldukça sert ve hırçın bir tutuma sahip. Bu nedenle tartışmanın makul zeminde ilerleyebilmesi için sevgi ve kucaklayıcılığın aileler üzerinden teşekkülü önemli bir rol oynuyor. Mevcut durumda ailenin huzurlu bir temel parça olarak ihya edilmesi nesillerin LGBT yöneliminden korunacağı bir gelişim imkanı vereceği için madalyonun bir yüzünde yer tutuyor. Bir diğer yüz ise halen LGBT birey olan insanlar ile bire bir ilietişim sağlanması ve bu tercihlerinin nedenlerinin anlaşılması. Sonrasında bu bireylerin toplum tarafından yeniden ailelerine kazandırılması ve sevgiye fıtrata karşı çıkmayan insanların yanında kavuşabilecekleri ortamı sunmakla mümkün.  

Yürüyüşün seyrini ve program içeriğini özetle yukarıda belirttim. Bugüne kadar Türkiye’de ve dünyada LGBT aktivizminin oluşturduğu dayatmacı alana karşı çözümden uzak, içi boş, köktenci, şiddet temelli ve kısır karşıt söylemler dışında böyle bir sivil inisiyatif birkaç tekil örnek dışında bildiğim kadarıyla hiç oluşmadı. Yakın zamanda Belgrad’da yine aile vurgusu ile ailelerin katıldığı yürüyüşün ardından gerek söylem üretilmesi gerekse de çözüm odaklı bir mücadele için bu yürüyüşün umut verici bir başlangıç olduğu kanaatindeyim. Toplumun farklı kesimlerinin fıtrat, aile ve çocuklar üzerine bir asgari müşterekte şerh koyma gereksinimi hissetmeden bir araya gelmesi toplumsal başka sorunların çözümünde de etkin bir rol oynayabilir. Yürüyüşün ısrarla LGBT bireylere karşıtlık üzerine yapılmadığının defalarca vurgulanması ise iyi niyetli bir girişim olduğunu, insanlara gerçekten sevgi temelinde yaklaşım ortaya konulduğunu gösteriyor kanaatindeyim. Bazı konuşmacıların söylemlerinde satır aralarında belki hoşuma gitmeyen söylemler olsa da yürüyüşün ve genel söylemin son derece olumlu olduğunu dile getirmeliyim. Bu noktada organizasyonu üstlenen Fikir, Birlik ve Mücadele Platformu’nun çabalarını takdir etmek gerek. Duam bu girişimin nesillerimiz için  nitelikli çalışmaların devamına büyük bir katkı olmasıdır. 


NOT: Yazıyı yayınladıktan 3 saat sonra bir arkadaşımdan gelen bilgi üzerine bu notu ekliyorum. Fikir, Birlik ve Mücadele Platformu tarafından imza toplanan dilekçe metninde LGBT derneklerinin her türlü faaliyetlerinin engellenmesi ve derneklerin kapatılarak yasaklanması yönünde bir talep mevcut. Bununla birlikte aynı metinde LGBT propagandasına dair yasak ve sansür istekleri var. LGBT aktivizminin ve savunusunun nesillerimiz için oluşturduğu tehlike karşısında bu tepki ve talepleri tabi karşılamak ile birlikte eğer sivil inisiyatif ve sivil alanın özerkliğini savunacak isek her durumda bu savunuyu yapmak gerek. Her ne kadar LGBT faaliyetlerinin yaygın ve hakim olmasını istemesem de bu bağlamda altını çizerek söyleyeyim ki mevcut şartlarda Türkiye'de hiçbir şekilde STK'ların ve sivil ifadenin müdahaleye uğramasına razı olamayız. Bugün karşı olduğumuz hareket ve fikriyat her ne ise bununla sivil olarak mücadele etmeli, sivilliğimizin ise hiçbir şekilde dokunulur olmasına müsaade etmemeliyiz. Fikir, Birlik ve Mücadele Platformu bu bağlamda söz konusu dilekçe ile yine sivil bir inisiyatif ortaya koysa da sivil iradenin dokunulmazlığını da dikkate almalıdır. Ayrıca böyle engelleyici ve sansürleyici önlem taleplerinin aileler ve çeşitli STK'lar tarafından TBMM'den talep edilmesinde LGBT aktivizminin sansürleyici, zorlayıcı hatta saldırgan tutumunun önemli bir etki oluşturduğunu, adeta bir bumerang etkisi ortaya koyduğunu dile getirmek de gereklidir. Bugün beyan edilen sivil iradenin talepleri ile aslında pek de çelişmeyen bu dilekçe metnine şerh koymamdaki yegane sebep sivil alana devlet müdahalesinin önünü açmamaktır. Bu etkileşimin daha başka günlerde kavuşacağımız bir Türkiye'de toplumun gönül rahatlığıyla ve rıza ile devletle arasında gelişmesi belki mümkün olabilir, ancak bugün söz konusu değildir. Hülasa bugün program esnasında elime ulaşmamış olan bu dilekçe metnine dair bilgim olmadığı için sonradan edindiğim bu bilgi doğrultusunda bir not düşmeyi gerekli gördüm. Saygılarımla