CHP İstanbul Milletvekili Doç. Dr. Yunus Emre, bu ayın başında Karar Gazetesi’nin Görüşler bölümü için yazdığı yazıda Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir “mecbur adam” olduğunu vurguluyordu.
Yazıda önemli tespitler içeren ve yer yer haklı olan Yunus Emre’ye itiraz ettiğim yerse yazının temel iddiası olan şu önerme:
“Kemal Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı adayı olmak ve cumhurbaşkanı olarak Türkiye’yi bu karanlıktan çıkarmak zorunda. Bu adaletsiz düzeni değiştirme “kurduyla doğmuş” birisi. Bu nedenle o da bir “mecbur adam” ve aday olup seçilmesi de bir “mecbur adam” öyküsü.”
Uzun zamandır muhalefetin adayının kim olması gerektiğini tartışmak durumunda kalıyoruz. Hatta bazen enerjimizi buraya o kadar çok akıtıyoruz ki iktidarın neden değişmesi gerektiğini konuşmaya vakit kalmıyor. Üstelik bu tartışma muhalefeti, kararsız seçmen nezdinde “kararsız, bölünmüş ve kaotik” görünmeye itiyor. Bugün Türkiye’yi içine düştüğü durumdan kurtarmak için en büyük gereklilik ise şüphesiz ki kararlı bir tavır.
Fakat gelecek seçimde hedefin yalnızca iktidarı değiştirmek olmaması ve muhalefetin son derece hassas dengelere dayanması bizi bu tartışmaya itiyor. O halde mecburen yapılan bu tartışmayı daima özenli bir dil ile kurmak, çatışmaya dönmesini önlemek için büyük bir hassasiyet göstermek gerekiyor. Yunus Emre’nin yazısı ne yazık ki bu hassasiyeti taşımıyor.
Bana kalırsa da Kemal Kılıçdaroğlu’nun 13. Cumhurbaşkanı olması gelecek senaryoları açısından çok daha mantıklı. Sistem değiştiğinde Kemal Bey toplumu barıştırmakla görevli sembolik bir cumhurbaşkanına dönüşmeye müsait birisi. Son derece militer, kimlikçi ve beyaz CHP’yi ince ince işleyerek sosyal demokrat bir görünüme kavuşmasını sağlamış bir siyasetçi olarak Türkiye’yi barıştırma görevini de üstlenebilir. Bir Alevi olarak Türkiye Cumhuriyetinin mevcut koşullarında makbul vatandaş olmaması ve yer yer devletin sopasını yemiş biri olması da bu görevi yapmak için gereken empatiyi taşımasını sağlayacaktır. Öte yandan başörtüsü gibi kritik konularda CHP’nin eski tavrına dair eleştirel yaklaşımı ile sadece bugünün değil, dünün zulümlerini de gördüğünü gösteriyor. Sık sık yaptığı kapalı toplantılar ve helalleşme ziyaretleri ile bir iklimi hazırlıyor. Emeği asla göz ardı edilemez.
Türkiye’de siyaseti tıkayan temel taşlardan biri CHP’ydi. Sağcılık, CHP karşıtlığı olarak daima kazanıyordu ve bu durum siyasal-düşünsel ilerlemeyi de tıkıyordu. CHP’nin dönüşüyor olması bu bakımdan CHP’ye asla oy vermeyecek birisi için bile büyük bir kazançtır.
Bir muhafazakar için on yıl önceki CHP ile bugünkü CHP arasında bariz bir fark var. Elbette bunda uzun süreli iktidar hasreti ve 21. yüzyılın modern koşulları da etkili fakat bu gerekçeler Kemal Bey’in gayretinin önemini azaltmaya yetmiyor.
Bu gayretlerin yanı sıra Kemal Bey’in nahif ve sakin kişiliği de onun “barıştırıcı cumhurbaşkanı” olmasını daha makul hale getiriyor. İlerleyen yaşı da düşünüldüğünde, siyasi jübilesini böyle yapması CHP’nin de yeni bir liderle daha güncel bir görünüme ulaşmasını sağlayabilir.
Tüm bu gerekçeler elimizde dururken Kemal Bey’in ve CHP yönetiminin de bu tarz hesaplarla adaylık için çalışması ve toplumsal mutabakat inşa etmeye çalışması son derece anlaşılır bir durum. Bu çabaya en başından “asla olmaz” demek pek iyi niyetli bir tavra benzemiyor. Elbette denemek gerekir.
Denemekle dayatmak arasında ise çok kalın ve çok ciddi bir fark vardır. Yunus Emre’nin yaptığı “mecbur adam” atfı apaçık bir dayatmadır. Türkiye, hiç kimseye mecbur değildir. Zaten bugün bu hale gelmesinin sebebi en temelde Türkiye’nin kendisine mecbur olduğunu her fırsatta söyleyen ve bu mecburiyeti usulsüzce inşa eden iktidardır. Aynı mecburiyet diliyle adaylık tartışmasına girilemez.
Bugün Türkiye’de bir “mecbur adam” yoktur. Türkiye siyaseti büyük bir çeşitliliğe sahip, gerekli kişiyi mutlaka çıkaracaktır. Fakat eğer demokrasi, adalet, barış, ifade özgürlüğü ve hayat kalitesi isteniyorsa bir “mecbur durum” vardır. O da otoriter iktidarı sandıkta değiştirmektir.
İstanbul seçimleri örneği düşünüldüğünde, küçük farkla kazanılan seçimin iktidar devrinin barışçıl olmasını baltalayacağını öngörmek zor olmayacaktır. Bu yüzden en açık farkla kazanacak adayı tercih etmek gerekiyor.
Seçim sonrası senaryoları için Kemal Bey daha mantıklı olabilir ancak kazanılmayan bir seçimin sonrası da olmayacaktır. Eğer Kemal Bey’in adaylığı seçimi açık ara farkla kazanmaya yetmeyecekse mecburiyet dayatması ile bu riski alamayız. Ekonomik krizden kaynaklanan öfkenin üzerinde sörf yaparken iktidarı cepte görmemek lazım. Su hem bulanık hem de dalgalı. Ne suya ne de rüzgara güvenebiliriz. Çünkü düşersek dibe batacağımız kesin.
O meşhur tabelada söylendiği gibi:
“Önce Can Güvenliği”