Sadakatin vahşi ve mantıksız hali olan fanatizm, belki de bu coğrafyanın kaderini belirleyen en önemli etmenler arasındadır. Bireyin benliğini hiçe sayarak benimsediği bu değerler dini, siyasi, kültürel, ideolojik vb. olabileceği gibi çok daha yavan/ yapay unsurlar da olabilir. Benimsediği değerler üzerinde tahakküm kuramaz hale gelen fanatik, bir müddet sonra mevcut durumuyla ilgili mantık da aramaz. Ona göre aslolan ikna edilmektir. İkna edildiği vakit düşünmek için çaba sarf etmesine de gerek kalmayacaktır. İnancına aykırı bir durum ile karşılaşırsa da tümüyle reddedecek, benimsediği fikre daha sıkı bağlanacaktır. İnanç ne kadar ideolojik ve duygu temelliyse aykırı kanıtın etkisiz olma olasılığı o derece artar. Fanatik tüm bunların farkında değilmiş gibi davranır. Zihnine inen perde artık gözlerini de kapatmıştır. İnandığı şeyi sorgulamak şöyle dursun, savlarını geliştirmeye çabalamaz bile. Çünkü fanatiği fanatik yapan şey neye inandığı değil, nasıl inandığıdır. Peki bu insanlar sahiden nasıl inanır? Her 'inanmış' fanatik midir? Yoksa inanmanın yanında adanmak da mı gerekir? Adanmışlığın getirdiği sosyolojik zafiyetler nelerdir?

Fanatiklerin İnanç Zinciri

Siyaset bilimci Brendan Nyhan ve Jason Reifler 2006 yılında Backfire Effect (Geri Tepme Etkisi) adını verdikleri bir deney tasarladılar. Deney, kitlelerin mevcut yargılarını değiştirip değiştirmeyeceği ile ilgiliydi. İki gruba ayrılan deneklere iki makale okutuldu. Okutulan ilk makalede Irak' ta kitle imha silahlarının bulunduğu ile ilgili asparagas bir haber yer alıyordu. Daha gerçek bilgilerin yer aldığı ikinci makalede ise Irak' ta kitle imha silahlarının bulunmadığı yazıyordu. Her iki gruptaki deneklere ilk olarak asparagas haberlerin yer aldığı birinci makale okutuldu. Savaş karşıtı olan A grubu denekleri makaleye kuşkuyla yaklaşmış ve gerçek makaleyi okuduklarında ise ilk makaleyi tümüyle reddetmişlerdi. Savaş yanlısı B grubu denekleri ise ilk makaleyi okur okumaz kabul etmekle beraber ikinci makaleyi okuduklarında ilk makaleye olan inançlarının daha da güçlendiğini söylemişlerdi.

Deneyde de görüldüğü üzere  insanlar bir fikre gerçekten bağlılık gösteriyorsa ve bu önlenemez bir hal almışsa, her benzer yahut karşıt fikri, kendi görüşleriyle harmanlayacak ve kendilerini haklı çıkaracak metotlar uygulayacaklardır.

Bir şeye körü körüne bağlanıyor olmak sanıldığı kadar basite indirgenecek bir durum değildir. Fanatikliğin ilk şartı seçim yapmadan  var olamayacağına inanmaktır. Çevresinde seçim yapmışların ne denli kendinden emin olduğunu gören kişi, en az onlar kadar görünmek/ fark edilmek ister. İki uç fikir arasında kendini yalnızlaşmış ve arafta kalmış hisseden fanatiğin henüz seçim yapacak kabiliyeti, bilgisi ve yetkisi yoktur. Bu durumda geriye tek bir seçenek kalır: Kendisi yerine karar verecek bir akla tabi olmak.

Karar Kimin?

Fanatik, taraf olmaya karar verdiğinde ve bunun için mevcut akıllardan birine sığındığında düşünmeyi de bırakır. Çünkü sığındığı akıl, kitlesiyle birlikte fanatiği de uyuşturmaya başlamıştır. Cemil Meriç Bu Ülke adlı eserinde mevcut aklın yığını düşünemez hale getirmesiyle ilgili olarak şöyle der: ''Yığını kolayca kandırabilirsiniz, duyguları hiçbir temele dayanmaz. Yığın düşünmez, mâruz kalır. Nezleye yakalanır gibi tutulur bir fikre. Ateşi yükselince arslanlaşır, nöbet geçince her mukaddesi unutuverir.''

Kimi fanatikler, zihin dünyalarına kodlanan bir fikrin savunuculuğunu tutarsız ve umarsızca yapabilecekleri gibi kutsallaştırdıkları fikirden bir anda koparılabilir ve karşıt savlar üretir hale gelebilirler. Bu değişim/ dönüşüm başlangıçta fanatiklikten sıyrılmak gibi yorumlansa da aslında çok daha derin bir fanatizm ruhu doğurur. Fikir değişmiş gibi görünebilir fakat değişen yalnızca tutuculuğun yönüdür. Çünkü değişimi isteyen fanatiğin sığındığı akıldır. Bu da kişiyi -fikirlerin de ötesinde- fanatizm olgusunu daha da benimsemeye iter. Önemli olan mevcut aklın ne düşündüğüdür. Fikirler ona göre şekillenir.

Fransız sosyolog Gustave Le Bon Kitleler Psikolojisi adlı kitabında toplumların bir fikre adanmışlığı ile ilgili olarak: ''Kitleler hiçbir zaman hakikatin peşinde olmadılar. Hoşlarına gitmeyen ispatların karşısında kafalarını çevirir veya hoşlarına gidiyorsa da hakikat yerine yanılgıyı tanrılaştırmayı tercih ederler. Kitleleri yanılsamalarına inandırmayı bilen kişi, onlara kolaylıkla hükmeder, onları bu yanılgılardan uyandırmaya kalkışanlarsa daima düşmanları olur.'' der. Aklını teslim eden yığınlar, düşünmeyi külfet olarak görmeye başlar ve kutsallaştırdıkları her bir fikrin kölesi haline gelirler. İnsanı özünden, insan olmanın gayesinden uzaklaştıran da budur. Düşünmeyi bir külfet olarak görmek...

İslam dininin insanı en çok eleştirdiği noktalardan biri düşünmeyi/ akletmeyi ertelemesi, umursamaması ve aklını kendinden yüce bulduğu zatlara kiralamasıdır. Köleleşmiş zihniyetlerin perdelendiğini vurgulayan Kur' an-ı Kerim, yedi yüzden fazla ayetinde insanı düşünmeye teşvik eder. Düşünmenin bu denli önemsendiği ve defaatle vurgulandığı bir başka metin yoktur. Yine Kur'an-ı Kerim' de kitlelerin uyuşturulması ile ilgili olarak:

''فَاسْتَخَفَّ قَوْمَهُ فَأَطَاعُوهُ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ

Firavun halkını aptallaştırdı. Onlar da itaat ettiler. Gerçekten onlar fasık bir topluluk idiler. (Zuhruf Suresi-54) ayeti, İslam' ın insan zihninin fâni olana teslimiyetine ne denli karşı olunduğunun bir göstergesidir. Düşünmek insana bahşedilmiş en büyük onurdur. İslam, insana verilen bu onurun başkalarının tekeline girmesini kesinlikle yasaklamıştır. Halklarını aptallaştıranlara müsaade etmemiş, bu yüce insan onurunu korumaya her uygarlıkta özen göstermiştir. Nitekim bizler bunun örneklerini kıssaların pek çoğunda detaylarıyla gözlemlemekteyiz. Peki dinen sınırları belirlenen akletmek kavramının toplumsal hayattaki karşılığı ne şekilde vukuu bulmuştur? İslam Ortadoğu'nun uyuşturulmuş, köleleştirilmiş birçok toplumuna akletmeyi öğretmiştir. Fakat geçen her bir zaman diliminde Ortadoğu halklarını düşünmekten uzaklaştıran şey nedir?

Ortadoğu' da Fanatizmin İzleri

Dün de bugün de süren ve belki yarın da sürecek olan bu sorgusuz teslimiyet, tutuculuk hali ve fanatizm ruhu; insanlık tarihi boyunca çok eski, derin ve kolektif bir yapıya sahip olmuştur. Bir zamanlar Orta Çağ’da kilise eliyle Batı toplumuna empoze edilen bu tutuculuk hali şimdilerde çok yakınımızda, coğrafyamızda cereyan etmektedir. Özellikle Ortadoğu eksenli baktığımızda teslimiyet halinin tanrılaşmış krallardan, zalim firavunlardan günümüze kötü bir miras olarak kaldığını görmek mümkün. Geçmişten gelen bu yansımalar en çok dini ve siyasi unsurlar özelinde karşımıza çıkmakta ve Ortadoğu içerisinde bir çeşit kaos ortamı oluşturmaktadır. Bu kaos ortamına müktesabatın çeşitliliği yahut öznelliği değil, tutuculuğu sebep olmaktadır. Çeşitliliğin tutuculuk nezdinde karşılık buluyor olması şiddetin dozunu daha da arttırmış ve keskin çizgilerle ayrılan görüşler ortaya çıkarmıştır.

Ortadoğu’daki dini gruplara, siyasi ideolojilere ve etnik aidiyetlere bakıldığında bu ayrılıkların ne denli birbiriyle çatışır halde olduğunu gözlemleyebiliriz. Örneğin Yemen’ de mezhebii ve etnik kimlikler üzerinden yürütülen hegemonya, kitlesel fanatizmin bir çeşit yansıması olmuştur. Temelde tarafların çıkarları esas alınarak yürütülen bu iç çatışma, ülkenin fiili olarak üçe bölünmesine sebep olurken fikri olarak ise çok daha derin ve karmaşık ayrılıklara sebebiyet vermiştir. Bu ayrılıklar kendi mutlak doğrusunu dikte etmek isteyen taraflar arasında savaşa yol açmış, bugün Yemen’ i insani krizle baş başa bırakmıştır. Yine aynı şekilde Suriye’ de on yılı aşkın süredir devam eden iç savaşın çözümlenememesinin sebeplerinden biri de çeşitli dini, siyasi ve etnik grupların mutlak doğrularını asla sorgulamamaları ve sorgulatmamalarıdır.

Ortadoğu’ da fanatizm daha çok din, siyaset ve etnisite eksenli ilerler. Dini ayrışma mezhepler özelinde fanatikleşmişken siyasi gruplar ideoloji temelli ayrışır. Bu ayrışma ve beraberindeki fanatikleşme çeşitli iç savaşlara, yüz yıllar süren mezhep kavgalarına ve siyasi krizlere sebep olmuştur. Özellikle siyasi bağlamda dikta rejimlerinin halk nezdinde bir türlü sorgulanamaz oluşu zaman zaman kitlesel isyanlara yol açmıştır. Çok yakın tarihimizden misal verecek olursak Arap Baharı ekonomik düzensizliklerin yanı sıra yöneticilerin tutucu ve keskin tavırlarına karşı bir çeşit başkaldırı örneği olmuştur.

Kimilerimizi fiilen kimilerimizi ise zihnen köleleştiren bu tavrın izlerini coğrafyamızdan silmek elbette ki kolay olmayacaktır. Fakat görmezden gelmek de bir o kadar -ve belki birkaç misli daha- tehlikelidir. Peki bu noktada çağın akleden nesillerinin üzerine düşen görev nedir? Ortadoğu halkları nasıl yeniden düşünen toplumlar haline gelebilir? Bu düğüm nerede ve ne şekilde çözülür?

İşin öncelikli kısmı teşhis ve tenkitten geçiyor. Mevcut durumumuzla ilgili yapacağımız tespitler ve yapıcı eleştiriler ile birçok iyileşme belirtisi göstermek mümkün. İşin tespit kısmını bu coğrafyayı iyi okuyabilenlere bırakmak gerekir. Fakat tenkit kısmına gelindiğinde bizleri umutsuzluğa sürükleyecek her bir düşünce, çözüm odaklı yürüyeceğimiz bu zorlu yolu daha da engebeli hale getirmekten öteye gitmeyecektir. Bu sebeple yapıcı eleştiriler ile tespitlerde bulunarak değişime katkı sağlamalıyız.

Muhakkak ki Ortadoğu halkları arasında bir fikre karşı fanatikleşmeyen ve görüşleri/kişileri kutsallaştırmayan nesiller hep vardır, var olmayı da sürdürecektir. Ve muhakkak ki hüzün ve mutluluk günleri insanlar arasında sürekli olarak değişecek, vakti geldiğinde akletmeyi bilen nesillerle surda yeniden bir gedik açılacaktır. Burada mühim olan yolu yürürken göstereceğimiz tavırdır. Umutsuzluğa mahal vermeksizin yürümeyi ilke edinirsek aklımızı örten bu perdeyi kaldırmak elbette ki mümkündür. Bizi çağın acziyetinden kurtaracak olan da budur.

Kaynakça

Gustave Le BON, Kitleler Psikolojisi

Cemil MERİÇ, Bu Ülke, sayfa 111

Kur'an-ı Kerim, Zuhruf Suresi, 54. ayet

The Backfire Effect: Why Facts Don’t Always Change Minds

https://www.britannica.com/science/fanaticism

https://www.psychologytoday.com/us/blog/ambigamy/201411/fanaticism-is-disease-alcoholism

http://duygubuga.blogspot.com/2012/11/geri-tepme-etkisi.html#:~:text=%C4%B0lk%20defa%20Brendan%20Nyhan%20ve,ifade%20eden%20bili%C5%9Fsel%20bir%20yanl%C4%B1l%C4%B1kt%C4%B1r