Geçtiğimiz hafta Al-Sharq Youth’un düzenlediği “Potansiyelini Özgür Bırak” temalı uluslararası konferansa katıldım. 2 gün boyunca paneller, atölyeler, münazaralardan oluşun programda bine yakın genç vardı. Program dahilinde farklı ülkelerden gelen onlarca Arap gencin yorumlarını, beklentilerini, hayallerini dinledim.
Uzun süredir etkilerini çok fazla konuşmadığımız Arap Baharı’nın bu gençler için hala büyük bir anlam ifade ettiğini fark ettim. Ahel isimli kuruluşun kurucu ortağı Filistinli Nisreen Haj Ahmad’in atölyesinde, 20 civarında Arap genç gayet samimi bir ortamda Arap Baharı’nın onlar için ne ifade ettiğini, mevcut durumda bu taleplerinin ne şekilde devam ettiğini ve nasıl bir yol izlemek istediklerini iki saat boyunca tartıştılar.
Bu tartışmada dinlediklerimden sonra Arap Baharı’nın; özgürlük, demokrasi ve adalet talepleri olan gençler için sembolik değerini düşündüm. Her biri iyi eğitim almış olan, özgüvenleri son derece yüksek, coğrafyaya ve dünyada olup bitenlere hakim bir tablo çizdiler konuşmalarıyla.
Neticeleri itibariyle istenmeyen birçok sonuca ve kabul edilemeyecek bazı yöntemlere evrilmiş örnekleri olsa da girişimi topyekun başarısız saymamız hala umudu olan halklar için haksızlık olur gibi geldi bana.
Bugün genellikle başarısız olduğu dile getirilen Arap Baharı’nın aslında birçok alanda katkısı olmuştu o günlerde. Neticeleri itibariyle istenmeyen birçok sonuca ve kabul edilemeyecek bazı yöntemlere evrilmiş örnekleri olsa da girişimi topyekun başarısız saymamız hala umudu olan halklar için haksızlık olur gibi geldi bana.
Örneğin kendi alanım olan hukuk ve anayasal düzenlemeler açısından düşündüğümde onlarca yıl atılmayan adımların birkaç senede atılmasını sağlamıştı.
Anayasa yargısı, ülkelerin eski totaliter rejimlerden geçiş yaşadığına dair bir sembolik değere haiz olarak görülüyordu.
Arap Baharı sürecinde taleplerini dile getiren kitlelerin sunduğu siyasi reform talepleri içinde anayasa yargısının bağımsızlaştırılması da vardı. Gerekçesi ise anayasal uzlaşının uygulanması ve denetlenmesini sağlamaktı. Aynı zamanda anayasa yargısı, ülkelerin eski totaliter rejimlerden geçiş yaşadığına dair bir sembolik değere haiz olarak görülüyordu.
Arap Baharı’na kadar anayasal yargı ve siyasi reformlar alanında ciddi bir gelişme göremediğimiz Arap coğrafyası, o dönem bu alanlarda en yoğun hareketliliğini yaşamıştı.
2010 yılında başlayan süreç; Tunus, Suriye, Mısır, Libya gibi ülkelerde bilfiil yaşanmışsa da diğer tüm Arap ülkelerinde etkisini hissettirmişti. Bölgede Arap Baharı’ndan sonra anayasa mahkemeleriyle ilgili yaşanan üç farklı senaryo oluşmuştu.
Otoriter yönetimleri devirmeyi başararak geçiş yaşayan Tunus gibi ülkelerde yeni mahkemeler kurulmuştu. Arap baharından önce de Anayasa Mahkemesi olan fakat büyük oranda siyasi vesayetle hareket edilen Mısır gibi ülkelerde ise revizyonlar yapılmıştı. Bunun yanında Arap baharında fiili ayaklanmalar veya rejim değişikliği yaşanmamış ancak siyasi reform için çağrılarla karşı karşıya kalan birkaç Arap devleti de anayasa yargısı alanında çeşitli adımlar atmıştı.
Örneğin Arap baharını yaşamasa da etkilerini gördüğümüz ülkelerden biri olan Bahreyn; 2011 yılının başlarında, kısmen Arap Baharı olaylarının yol açtığı hükümet karşıtı protestolar patlak verdikten sonra, meclisi güçlendirmeyi ve monarşinin gücünü sınırlamayı amaçlayan bir dizi anayasa reformu başlatmıştı.
Şubat 2011'de binlerce Faslı; siyasi reformlar, yeni bir anayasa ve gerçek bir anayasal monarşi çağrısında bulunan protestolara katılmıştı. Dört ay sonra Kral 6. Muhammed, Anayasa Konseyi'ni yeni bir Anayasa Mahkemesi ile değiştirmeye yönelik hükmü de içeren yeni bir anayasa taslağı açıklamıştı.
Tunus, Haziran 2013 tarihli Anayasa düzenlemesi ile yeni bir Anayasa Mahkemesi kurmuştu.
2011’deki anayasa değişikliğine kadar Ürdün’de Anayasa Mahkemesi bulunmamaktaydı. Anayasa Mahkemesi, 2012’de yürürlüğe girerek faaliyetlerine başlamıştı.
Cezayir, birçok Arap ülkesini saran Arap baharı sürecinin başında çok fazla etkilenmemişti. Yanı başında bulunan Tunus ve Fas’ın aksine 2010 ve devamında büyük kitlesel ayaklanmalar yaşanmasa da ülkeyi onlarca yıl yöneten Buteflika, 2019’da halk protestoları sonucu istifa etmek zorunda kalmıştı. Buteflika’nın istifasının ardından ülkede gündeme gelen reformlardan birisi yine bağımsız bir Anayasa Mahkemesi kurulması olmuş ve gerekli düzenleme Cezayir Anayasası’nda yapılmıştı.
Suriye’de 2011’de başlayan halk protestolarının ardından Cumhurbaşkanı, bir anayasa taslağı hazırlanması talimatı vermişti. Şubat 2012, Suriye Arap Cumhuriyeti’nin yeni anayasa için referandum tarihiydi. 2012 Anayasası ile yapılan en önemli değişikliklerin başında devletin niteliklerinin tanımlanması geliyordu. 1973 Anayasası’nda Suriye Arap Cumhuriyeti “sosyalist, halkçı ve demokratik” bir devlet niteliğine sahipken yeni anayasada bu madde “Suriye Arap Cumhuriyeti tam egemen ve demokratik bir devlettir.” şeklinde düzenlenmişti.
Mısır’da kitlesel halk gösterileri sonucu 2011’de Hüsnü Mübarek devrilmiş ve 2012’de ülkede ilk defa seçimle iş başına gelen hükümet kurulmuştu. 2012’deki değişimle ilk sivil anayasa kabul edilmiş ve yine anayasa yargısıyla ilgili önemli adımlar atılmıştı.
Sonuç itibariyle anayasa yargısı ve siyasi reformlar alanında birkaç istisna hariç 20. yüzyılda ciddi gelişmeler yaşamayan Arap coğrafyası, Arap baharı olarak adlandırılan halk ayaklanmaları dönemiyle beraber yeni bir evreye geçmişti.
Ayaklanmaların sonucu ülkeler arasında farklılık gösterse de birçok Arap ülkesi bu süreçte anayasal değişikliklere gitmiş ve anayasa yargısını ilgilendiren düzenlemeler yapmıştı.
Tunus, Mısır, Libya gibi ülkelerde ayaklanma sonrası totaliter yönetimler devrilmiş, Suriye örneğinde ise olaylar maalesef iç çatışmaya evrilmişti. Ayaklanmaların sonucu ülkeler arasında farklılık gösterse de birçok Arap ülkesi bu süreçte anayasal değişikliklere gitmiş ve anayasa yargısını ilgilendiren düzenlemeler yapmıştı.
Bugüne kadar yaşanan gelişmelerden ve geçtiğimiz hafta programda dinlediğim tecrübelerden yola çıkarak bu coğrafyada yaşayan halkların, hak ve özgürlük taleplerinin altında yaşamak zorunda oldukları rejimlere karşı devam ettiğini söylemem mümkün. Geçirdiğimiz on sene içinde yarattığı etkilere bakarak önümüzdeki dönemde de birçok alanda etkisini hissedeceğimizi tahmin ve umut ediyorum.
Konferansın “Potansiyelini Özgür Bırak” temasına atfen diyebilirim ki bu coğrafyada hala hak temelli bir yönetim modelini beraber inşa edebileceğimiz genç potansiyeli mevcut. Biz yeter ki potansiyelimizi özgür bırakalım.