Geçtiğimiz son on yılda gelişini belli eden, gün geçtikçe sorunların artışı ile gündeme gelen ve pandemi süreci sonrasında tam anlamı ile patlak veren bir sağlık krizi ile karşı karşıyayız. Bunu bir sistem krizi olarak adlandırıyorum; çünkü grevler, şiddet, ardı arkası kesilmeyen istifalar ve hizmete ulaşamama sorunların nedeni değil aksine sonucu.

Türkiye artık vakit kaybetmeden kendisine net bir sağlık politikası belirlemeli ve günü kurtarma üzerine değil sistemsel radikal adımlar atmalıdır.

Bugün hekim açısından problemlere değinecek olursak hiç şüphesiz başta özlük haklarının çiğnenmesi ve şiddet gelmektedir. İnsanların tepki göstermelerini tetikleyen ilk olay olarak hatırlayabileceğimiz 2012 yılında Dr. Ersin Arslan’ın öldürülmesi ve içinde bulunduğumuz yıl içerisinde öldürülen Dr. Ekrem Karakaya’nın başına gelenler bu şiddet olaylarının nerelere geldiğinin en temel iki örneği. TTB verilerine göre son 17 yılda toplam 12 hekim öldürüldü, sözlü veya fiziki şiddetin ise sayısını belirlemek imkansız. Bu şiddet olaylarının artmasının nedenleri içerisinde toplum yozlaşmasını, hukuk sisteminin işlevsizleşmesini pek tabii sayabiliriz ancak hekimlerin değersizleştirilmesinin hekimleri en çok üzen ve yıpratan neden olduğunu söylemek mümkün. Aynı şekilde bu değersizleştirme ekonomik pencereden de kendini gösteriyor. Burada değersizleştirilen şey ise hekimin emeği. İnsanlık tarihinin her döneminde olan aşikâr bir gerçek vardır ki ücreti belirleyen şey çözülen problemin büyüklüğü ile bağlantılıdır. Ancak bugün devlet hastanesindeki bir cerrahın yaptığı safra kesesi alma işlemi için o cerraha 50-100 lira gibi komik ücretlerin verildiği konuşuluyor ve bunların örnekleri oldukça çok sayıda. Bir insanın dinmeyen acılarına çare olmanın, kaybolan sağılığını geri kazanmasını sağlamanın karşılığı bu olmamalı. Mecburi hizmetin de varlığı ile bu durum devlet hastanelerindeki hekimler için artık dayanılmaz bir hal almış durumda. Üniversite hastanelerinde durumlar devlet hastanelerine kıyasla daha iyi olmasına rağmen özel sektörün oluşturduğu fark bir uçurum seviyesine geldiği için hekimleri ve kariyerli akademisyenleri elde tutmak oldukça zorlaştı. Bu etkenlerin neden olduğu istifalar ve yurt dışına göçlerin sonucu ise hekimlerin ve sağlık çalışanlarının omzuna binen ağır iş yükü. Bugün benim de öğrencisi olarak bulunduğum Gaziantep Üniversitesi Şahinbey Eğitim Araştırma Hastanesi’nde intern hekimlerin dahiliyede iki günde bir nöbet ve nöbet ertesi mesai yaptıkları şartlarda; asistan doktorların veya devlet hastanesinde mecburi hizmet görevi yaptığı hastanede branşındaki tek hekim olarak bulunan birinin halini siz düşünün. İntern hekimlere verileceği açıklanan asgari ücretin iki ay geçmesine rağmen hala verilmediğini de not düşelim.

Randevu alabilmek bazı bölümlerde 2-3 ay bazı bölümlerde ise 5-6 ayları bulmakta. Bu süreler sağlık problemi yaşayan bir kişi için çok uzun sürelerdir.

Hasta açısından olan problemlere gelirsek aslında bunlar üstte konuştuklarımızın bir yansımasından ibaret. En temel sorun hizmete ulaşamamak. Randevu alabilmek bazı bölümlerde 2-3 ay bazı bölümlerde ise 5-6 ayları bulmakta. Bu süreler sağlık problemi yaşayan bir kişi için çok uzun sürelerdir. Bunun en temel sebebi ise yetersiz personel sayısı. Çok doğaldır ki insanlar bu süreleri bekleyememekte ve özel hastanelere yönelmektedirler. Bu sayede özel sektör daha çok güç kazanmakta ve maaş farkını daha da arttırmakta, ardından hali hazırda absürt sayılara ulaşmış olan istifalar artmaktadır. Aslında bütün olaylar bir zincirleme şeklinde ilerlemekte: şiddet, hukuksuzluk, ekonomik şartlar istifaları ve özele geçişi, istifalar iş yükünün artışını, iş yükünün artışı yine istifaları ve bunlar ardı ardına yetersiz personel sayısını, yetersiz personel sayısı hizmet kalitesinin düşüşünü, o da hastaların özele yönelimini arttırmakta olduğu bir kısır döngü içerisindedir. Sorunlar katlanarak artan bir çıkmaz haline geliyor. Biraz da hizmet kalitesinin düşüşünden bahsedersek şu anda muayene süreleri beş dakikaya inmiş durumda. Ben bir tıp fakültesi öğrencisiyim ve bize anlatılan nitelikli bir muayene süresinin yirmi dakika civarında olması gerektiği. Peki muayene süresinin beş dakika olmasının oluşturduğu sorunlar neler? Hastanın kendisi ile ilgilenilmediğini düşünmesi ve kendisini değersiz hissetmesi. Bu durum da ne yazıktır ki hasta-hekim arasında gerilime sebep olmaktadır ve bu gerilim maalesef sadece iki birey arasında değil toplum ve hekimler arasında oluşmaktadır, yine bunun sebebi de yetersiz personel sayısı ve onu oluşturan basamaklarıdır. Son olarak da hekimlerin defansif yaklaşımı söz konusu. Defansif yaklaşım olarak bahsetmek istediğim durum: hekimlerin riskli ameliyatlardan, hastalardan ve tedavilerden uzak durmasıdır. Birçok hasta kendisini ameliyat edecek hekim bulamamaktadır ki bunun altında yatan sebep ise birçoğunda hekimlerin suçu olmamasına rağmen ödedikleri çok abartılı miktardaki malpraktis tazminatlarıdır. Tekrardan vurgulayacak olursak, hekimlerin ve hastaların problemleri birbirinden ayrı değil birebir bağlantılıdır.

Yazının başında bu saydıklarımızın sebep değil sonuç olduğunu vurguladık. Şimdi asıl sebebe gelirsek, bu tamamen sistem nedeniyle oluşan bir problem. Dünya’da uygulanmakta olan dört sağlık sistemi var fakat bizi şu an sadece iki tanesi ilgilendirmekte. İlki Refah Yönelimli Tip (Almanya’da uygulanmakta olan), ikincisi ise Özel Teşebbüs / Serbest Pazar Tipi (ABD’de uygulanmakta olan). Türkiye teorikte refah yönelimli tipi tercih etmekte ve ücretsiz sağlık hizmetini sunmakta fakat pratikte hizmet kalitesi, kaynak havuzu oluşturmada ve işgücü planlamasında özel teşebbüsü uygulamaktadır. ABD’nin yüksek ücretler karşılığında sunduğu arada birinci basamak sağlık kurumlarına gitmeden direkt uzman doktora ulaşma hizmetini Türkiye ücretsiz sunmakta. Bu hizmeti sunmak için yapılan kadro ve materyal planlaması da doğal olarak çok maliyetli fakat Türkiye’nin ABD ölçeğinde ekonomik imkana ve tıbbi teknolojiye sahip olmadığı açık bir gerçek. Özet olarak Türkiye çok pahalı bir hizmeti, ücretsiz olarak sunmaya çalışıyor. Özellikle son yıllarda düşüşe geçen ekonomik tablo ile kısa sürede hızlıca çıkmaza giren sağlık sistemi de bu sistemin Türkiye’ye uygun olmadığını açıkça gösteriyor. Türkiye’nin büyük çoğunluğunun asgari ücret ile çalıştığı gerçeğiyle beraber bu kadar kaliteli hizmeti bu topluma ücretsiz vermenin iyi niyet ile verilmiş bir karar olduğunu düşünebiliriz fakat farklı sistemler ile de kaliteli hizmet sunulabilir.

Çözüm için ilk adım olarak sevk sisteminin getirilmesi; gereksiz yere meşguliyeti azaltacak ve buna bağlı olarak da gerçekten hizmet sunulması gereken hastalara daha kaliteli hizmeti zaman, teknoloji ve maddi kaynak olarak sunulmasına alan açacaktır. Temel adımlardan biri olarak da sadece nicelik değil nitelik olarak da gelişmeyi sağlamalıyız. Şu anda artmakta olan bir asistan kadrosu ve azalan hoca sayısı var fakat niteliği arttıracak olan bu oranı hoca sayısı lehinde arttırmaktır. Bugünlerde Bakan Fahrettin Koca’nın beyaz reform olarak sık sık dile getirdiği değişiklik paketinin de bu sorunların tamamını ele almasını ve özellikle nicelik-nitelik dengesini sağlayabilmesini umuyoruz. Türkiye artık vakit kaybetmeden kendisine net bir sağlık politikası belirlemeli ve günü kurtarma üzerine değil sistemsel radikal adımlar atmalıdır.