‘’Sosyal Medya Yasası’’ ya da ‘’Dezenformasyon Yasası’’ olarak da adlandırılan Basın Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının meclise gelmesiyle birlikte sosyal medya ve ifade özgürlüğü üzerine tartışmalar tekrar alevlenmeye başladı. Ne yazık ki bu tartışmalara çok dar bir kesim katılıyor. Neyi söyleyip neyi söyleyemeyeceğimizin ve buna kimin karar vereceğinin tartışması sürerken gönül isterdi ki daha geniş bir kesim bu tartışmaya katılsın ama maalesef toplumun çoğunluğu ifade özgürlüğü tartışmalarına olan ilgisini uzun süre önce kaybetmiş gibi görünüyor. 

Aslında sosyal medyada yayılan yanlış ve kışkırtıcı bilgilerle ilgili olarak yasal düzenleme fikri yeni değil.  Özellikle Gezi Olayları sırasında eylemcilerin örgütlenmek ve harekete geçmek için Twitter ve Facebook’u aktif olarak kullanmaları o günden bugüne hükümete yakın olan kesimler tarafından sosyal medyanın dezenformasyon için çok müsait olduğu eleştirilerine hedef olmuştu. Bugün sadece Türkiye’de değil başka bazı ülkelerde de bu konuda eleştiriler var. Eleştirilerin yoğunlaşması ile birlikte bazı düzenlemeler de yapılmaya başlandı. Buna 2017’de Almanya’daki ve 2018’de Fransa’daki düzenlemeleri örnek verebiliriz. Son olarak Nisan ayında Avrupa Parlamentosu tarafından imzalanan Dijital Hizmetler Yasası’nda (DSA) da bu konuda düzenlemeler mevcut.

Diğer Ülkelerdeki Örnekler

Dezenformasyon ile mücadele ve devletin sosyal medya üzerindeki etkisi meselesinin sadece Türkiye’de değil dünyada da önemli bir gündem maddesi olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle seçim dönemlerinde birçok ülkede seçim güvenliği ve dışarıdan müdahale tartışmaları uzun süre gündemi meşgul ediyor. Zaten hükümet de sansür eleştirilerine yanıt olarak benzer düzenlemelerin birçok demokratik ülkede yapıldığı yanıtını veriyor. Bu sebeple Türkiye’deki düzenlemeye bakmadan önce diğer ülkelerdeki benzer düzenlemelere kısaca göz atmakta fayda var.

2017 yılında Almanya’da yürürlüğe giren Sosyal Ağların Düzenlenmesi Kanunuyla (Netzwerkdurchsetzungsgesetz) sosyal ağlardaki nefret söylemi ve yalan haberlerle mücadele etmek, sosyal ağ platformlarını hesap verebilir hale getirmek ve gerekli hallerde platformlara cezai müeyyide uygulamak hedefleniyor. Bu amaçla sosyal medya şirketlerine ceza kanunu bağlamında yasadışı olan içerikleri, şikâyet gelmesinin üzerinden en geç 24 saat sonra kaldırma sorumluluğu yüklenmiştir. Bu yükümlülüğünü yerine getirmeyen sosyal medya şirketlerine Adalet Bakanlığı ancak mahkeme kararıyla para cezası verilebilir. Ayrıca sosyal medya platformları kullanıcıları için şeffaf bir şikâyet mekanizması oluşturmak ve bununla ilgili verileri düzenli olarak Resmî Gazetede yayınlamakla yükümlü kılınmıştır.

Fransa’da ise Enformasyonun Manipüle Edilmesine Karşı Mücadele Kanunu (loi relative à la lutte contre la manipulation de l’information) 2018 yılında yürürlüğe girdi. Düzenlemenin seçim güvenliğini korumayı merkeze aldığını söyleyebiliriz. Zira düzenlemeye göre sosyal medya platformları seçimlerden önceki üç aylık dönemde kullanıcılara “dürüst, açık ve şeffaf” bilgi sunmak ve platformlara reklam amacıyla para veren kişilerin kimlik bilgilerini açıklamakla yükümlü kılınmıştır. Ayrıca yalan haberle mücadele etmek amacıyla Yüksek Yayıncılık Kurulu yabancı devletler tarafından kontrol edilen ya da yönlendirilen yayın kuruluşları engelleme yetkisine sahip olacaktır. Son olarak yalan haberlerle ilgili işlem başlatılması ve hangi haberlerin ‘’yalan haber’’ olarak nitelendirileceği mahkemelere bırakılmıştır. İngiltere, ABD ve Rusya gibi ülkelerdeki düzenlemeler de incelenebilir ama yazıyı uzatmamak adına burada bırakalım ve Türkiye’deki düzenlemeye bakalım. 

Düzenlemenin İçeriği

Yeni düzenleme ile ilk olarak ceza kanununa ‘’halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak suçu’’ ekleniyor. Buna göre “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli bir şekilde alenen yayan kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.'' Burada ‘’gerçeğe aykırı bilgi’’nin tanımının nasıl yapılacağı ve içinin nasıl doldurulacağı tartışma konusu. Maddenin devamında anonim olmanın da suçun nitelikli halini oluşturduğunu görüyoruz. Sosyal medyaya kimlikle girilmesi ve sanal dünyada anonim olmanın hak olup olmadığı tartışmaları sürerken bu düzenlemenin yapılmış olması önemli.

Ayrıca düzenlemeyle birlikte internet haber siteleri de basın kanunu kapsamını alınıyor ve basın kanunu kapsamında bazı hukuki ve cezai sorumluluklarla karşılaşıyorlar. Buna göre talep edildiğinde Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere içerikler iki yıl saklanmak zorunda. Ek olarak İnternet haber sitelerinde zarar gören kişinin düzeltme ve cevap yazısı, hiçbir düzenleme ve ekleme yapılmaksızın sitede yer alacak. Bu konuda bir süredir mağduriyetler yaşandığı için bir düzenleme bekleniyordu.

Bunun dışında basın kartının düzenlenmesi ve verilmesi için iletişim başkanlığı bünyesinde bir komisyon kurulması öngörülüyor. Son olarak da sosyal ağ temsilcileri suç işlediği iddia edilenlerle ilgili olarak gereken bilgileri vermezse BTK’nin sosyal ağ bant genişliğini daraltma hakkı bulunmakta. Ancak sadece çocukların cinsel istismarı, halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar gibi belirli suç tipleri için böyle bir düzenleme yapıldığını belirtmek gerek.

Tabi yasa tasarısını incelediğimizde esas tartışmalı olan hususun neyin ‘’gerçek’’ neyin ‘’yalan’’ olduğuna kimin karar vereceği meselesi olduğunu görüyoruz. Zira yasa tasarısında yalan haberin tanımı yapılmamaktadır. Bu da karar vericilerin çok subjektif olan yalan haber kavramının içeriğini istediği gibi doldurması tehlikesini doğurmaktadır.  RTÜK gibi geçmiş örnekleri düşününce bu tehlikenin daha ciddi olduğunu söyleyebiliriz.

Sosyal Medya Geleneksel Medyaya Karşı

Geleneksel medyanın büyük bir sermayeyle belirli gruplar tarafından finanse edilmesi ve ‘’uyumlu medya’’nın inşa edilmesi birçok kişiyi rahatsız ediyor. Örneğin; ne kadar haklı bir eleştiri olduğu ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte birçok Twitter kullanıcısı, ABD Başkanı Joe Biden’ın oğlu Hunter Biden hakkında sızdırılan pedofili videoları ve belgelerin geleneksel medyada yeterince yer almamasından şikayetçi. Yine ABD’den başka bir örnek vermek gerekirse medya tarafından pek sevilmeyen Trump da kampanyası ve görev süresi boyunca medyada rakipleri kadar sesini çıkaramamıştı.

Türkiye’de de Sedat Peker’in Youtube üzerinden yayınladığı videolar aylarca gündemi meşgul etmesine rağmen geleneksel medyada neredeyse hiç yer bulmadı. Yine yakın zamanda ekonomi bakanının Instagram üzerinden istifası dört saat boyunca neredeyse hiçbir haber kanalında yayınlanmazken kitleler gelişmeleri Twitter üzerinden takip etmek zorunda kaldılar. Bütün bunları ve medyanın sermaye ile ilişkisini düşününce geleneksel medyanın dördüncü kuvvet olarak denetleyici işlevi önermesine artık şüpheyle yaklaşmak gerekiyor. 

Geleneksel medyaya olan bu güvensizlik gözleri çok daha "özgür" olduğu düşünülen sosyal medyaya çeviriyor. Ama ne var ki sosyal medya üzerinde de bir iktidar savaşı veriliyor. Bir yandan hükümetler sosyal medya üzerinde bir denetim sağlamaya çalışırken diğer yandan bu güçleri ülkelerin sınırlarını aşan medya devleri de kendi ifade özgürlüğü anlayışlarını oluşturuyor. Brexit ve ABD seçimleri dönemlerinde sosyal medyadan yayılan bilgilerin seçim güvenliğini tehdit ettiğine dair yoğun eleştiriler vardı. Örneğin Twitter, Trump'ın seçim dönemindeki tweetlerini silerken veya etkileşim almasını engellerken bunu yalan habere karşı bir hamle ve seçim güvenliğini sağlamaya yönelik bir girişim olarak meşrulaştırıyordu. Tabi bu sırada medya ambargosu yiyen Trump kendi destekçilerine ulaşabileceği bir kanaldan daha mahrum oluyordu. ABD Başkanını dahi kısıtlayabilecek şekilde sansür uygulama gücüne sahip olan sosyal medya patronlarının bu gücü pekâlâ seçim dönemlerinde büyük kitleleri etkilemek için de kullanılabilir.

Twitter, Facebook ve Youtube’un kamusal alan üzerindeki bu iktidarı sadece siyasi tartışmalar ile de bitmiyor. Bugün sosyal medya ve küresel içerik endüstrisi sayesinde tüm dünyada aynı tartışmaları eş zamanlı yapabiliyoruz. Bu iletişim kanallarını kontrol gücüne sahip olan bir grup ne kadar azınlıkta olursa olsun ne kadar marjinal fikirlere sahip olursa olsun, kendi görüşlerini ve hayat tarzlarını ''ana akım'' olarak yerleştirip ''aykırı'' fikirleri sansüre uğratma gücüne sahip olabiliyor. Birçok dizide, filmde, müzik klibinde eşcinselliğin görünürlüğü artarken bu yaşam tarzının aslında gerçekte ne kadar dar bir çerçevede kaldığı gözümüzden kaçıyor. Dahası sosyal medya devleri sadece açıkça sansüre başvurmuyor. Cambridge Analytica skandalında olduğu gibi neyin önümüze geleceğine neyin sessizce gizleneceğine de bize hissettirmeden karar veriyor. Algoritmanın gölgesi üzerimize düşerken sosyal medya devlerinin sanal agora üzerindeki tekeline de şüpheyle yaklaşmak gerekebilir.

Ne Yapmalı?

İfade özgürlüğünün tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi sanal alemde de belirli sınırlara tabi olması gerektiği ve bununla ilgili bazı düzenlemeler yapılması gerektiği çok açık. Fakat tüm dünyada hükümetler ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda kendi kısa vadeli siyasi çıkarları sebebiyle güvenirliklerini çoktan kaybettiler. Türkiye’de de uzun zamandır geleneksel medya hükümete yakın isimler tarafından kontrol ediliyor. Bu sebeple geniş kitleler gündemi takip etmek ve iletişim kurmak için sosyal medyaya güvenmek zorunda. Hükümetin geleneksel medya üzerindeki etkisini düşününce ilk bakışta makul gelen yeni sosyal medya düzenlemesinin ifade özgürlüğü üzerinde oluşturacağı baskı tehlikeli bir boyuta gelebilir. Dahası sosyal medyanın da güvenli bir alan olmaktan çıkmasıyla birlikte kitleler gündem ile ilgili yorumlarını ve fikirlerini WhatsApp, Telegram gibi kapalı platformlarda sadece yakın çevresiyle paylaşmaya başlıyor. Bu durum da kamuoyunun neleri tartıştığını görmemizi engellemektedir. Dahası bu tarz kapalı platformlarda sahte haberlerin yayılmasına engel olmak çok daha zor olabilmektedir.

Tüm bu sebeplerle sosyal medya üzerindeki tüm düzenlemelere kategorik olarak karşı çıkılmasını doğru bulmamakla birlikte yapılacak düzenlemenin yaratabileceği sorunlara karşı çok dikkatli olmak gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca hükümetlerin sosyal medyayı denetlemesinin yaratacağı tehlikeler bir yana bu alanın sadece sosyal medya platformlarının denetimine bırakılamayacağı da çok açık.