Sığınmacıların gönderilmesi meselesi gündemi her geçen gün daha çok meşgul ederken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi oldukça yakın tarihli bir kararında, Suriye’ye geri gönderilen geçici koruma statüsü altındaki bir Suriye vatandaşının başvurusunu kabul etti ve Türk yetkililerince gerçekleştirilen bu geri gönderme eyleminin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesi (işkence ve kötü muamele yasağı) ve 13. maddesi (etkin başvuru hakkı) kapsamında ihlal teşkil ettiğine karar verdi.
Akkad v. Türkiye adlı ilgili karar, geri gönderme yasağına ilişkin oldukça önemli tespitler içermekle birlikte geçici koruma statüsü altındaki Suriyelilerin geri gönderilmesi nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti hakkında ilk kez ihlal kararının verilmiş olması açısından da bir ilk olma özelliği taşıyor. Kararda, başvurucunun maruz kaldığı muameleler nedeniyle Sözleşme’nin ilgili diğer maddeleri (madde 2, 5 ve 7 Nolu Ek Protokol madde 1) kapsamında da ihlaller mevcut olduğuna karar verilmiş olsa da yazıda, Sözleşme’nin 3. ve 13. maddeleri kapsamında mevcut olduğuna karar verilen ihlallere ilişkin değerlendirmeleri aktarmaya çalışacağım. Kararın resmi olmayan Türkçe çevirisine ve orijinal Fransızca metne buradan ulaşabilirsiniz.
Karara konu olayları özetlemek gerekirse, 2014 yılında ailesiyle Türkiye’ye gelen ve akabinde kendisine geçici koruma statüsü tanınan başvurucu Muhammed Fevzi Akkad, hakkında herhangi bir sınır dışı kararı olmamasına rağmen, 2018 yılında kara yolu ile Yunanistan’a geçmeye çalışırken Meriç nehrine yakın bir mesafede kolluk kuvvetleri tarafından yakalanarak Suriye’ye geri gönderiliyor. Sınırı geçmesiyle birlikte silahlı örgüt üyeleri tarafından alıkonularak sorgulandığını ve darp edildiğini iddia eden başvurucu hayatının tehlike altında olduğunu ve bu nedenle korku duyduğunu ifade ediyor. Halep’te kalması şartıyla serbest bırakılan başvurucu 15 Temmuz 2018 tarihinde Türkiye’ye tekrar giriş yapıyor ve buradan da Almanya’ya geçerek sığınma başvurusunda bulunuyor.
Kararı incelediğimizde; mahkeme, taraf devletlerin karşı karşıya olduğu sığınmacı akınının ve bu akının sonucu olan düzensiz göçmen hareketliliğinin sebep olduğu sorunların farkında olduğunu ancak Sözleşme’nin 3. maddesinin nihai amacı göz önünde bulundurulduğunda, bu sorunlar nedeniyle devletlerin madde 3 kapsamındaki yükümlülüklerinden muaf tutulamayacağının altını çizmiş.
Yabancı kimselerin hayati tehlike ile karşı karşıya kalacakları ülkelere gönderilmemesine (geri gönderme yasağı) ilişkin kuralların burada da uygulanacağını ifade eden Mahkeme, devletlerin her ne kadar yabancı kişilerin ülkeye giriş, çıkış ve kalışı hususunda uluslararası hukuktan doğan bir kontrol ve takdir yetkisi olsa da bu kapsamda gerçekleştirilecek işlemlerin madde 3 kapsamında aykırılık teşkil etmemesi gerektiğini, kişinin gönderileceği yerde hayati tehlikesi varsa bu madde kapsamında devletin göndermeme yükümlülüğü olduğunu belirtmiş. Bu kapsamda kişinin gönderileceği ülke hakkında taraf devletlerin yetkililerinin yapacağı değerlendirmelerin yeteri kadar ulusal ve uluslararası kuruluş, diğer taraf ve üçüncü devlet ile Birleşmiş Milletler gibi güvenilir kaynakların verileriyle desteklenmiş olması ve devlet yetkililerince makul bir risk değerlendirmesinin yapılmış olması elzemdir.
Mahkeme’nin ayrıca başvurucu Fevzi Akkad’ın gönderilmiş olduğu Suriye’nin kuzey bölgesinde silahlı çatışmaların hala devam ettiğine, bölgenin ne muhalifler ne de Suriye hükümetince kontrol altında tutulmadığına ve resmi otoritelerin bölgede etkin olmamasının başvurucunun karşılaşacağı riskleri ortadan kaldırmadığına ilişkin değerlendirmelerde bulunduğunu da belirtmek gerekmekte. Bu durum, başvurucunun madde 3 kapsamında ihlal teşkil edebilecek bir muameleye maruz kalacağı ihtimalini ve bu noktada Türk makamlarının makul bir risk değerlendirmesi yapma yükümlülüğünü gündeme getiriyor. Zira mevcut risk değerlendirmesi kapsamındaki şüpheleri giderecek ve başvurucunun gönderileceği ülkenin güvenli olduğunu kanıtlayacak olan da Türk makamlarıdır. Ancak Mahkeme, bu değerlendirmenin yerine getirilmediği ve Türk makamlarının gerekli araştırmayı yürütmediği sonucuna varmış.
Türk makamları, her ne kadar başvurucuya geri gönderileceği menşe ülkedeki güvenlik ve genel duruma ilişkin bilgilendirmelerin yer aldığı bir gönüllü geri dönüş formu imzalatmış olsa da bu form başvurunun kişisel durumuna ilişkin bir değerlendirme içermemekte ve başvurucuya tanınan geçici koruma statüsünü meşru kılan risklerin ve tehlikelerin neden artık mevcut olmadığını açıklamamaktadır. Bu nedenle Mahkeme, başvurucunun Suriye’ye gönderilmesinin mevcut şartlar altında hukuka aykırı olduğuna, Türk makamlarının bu kapsamdaki yükümlülüklerini yerine getirmediğine ve dolayısıyla 3. madde kapsamında bir ihlalin mevcut olduğu sonucuna ulaşmış.
Mahkemenin ihlal kararı verdiği ve benim de oldukça önemli olduğunu düşündüğüm bir diğer husus başvurucuya sınır dışı edilmesi kararına karşın itiraz hakkının tanınmamış olmasıdır. Bununla birlikte oldukça kısa bir süre içerisinde sınır dışı edilmesi, devlet yetkililerince sınır dışı edilmeye ilişkin mevzuata uyulmaması nedeniyle Mahkeme madde 13 kapsamında başvurucunun etkin başvuru hakkının ihlal edildiğine karar vermiş.
Karardaki değerlendirmelerin geri gönderme yasağı ve taraf devletlerin sınır dışı işlemleri kapsamındaki yükümlülükleri açısından oldukça önemli olduğu kanaatindeyim. Zira Suriye’nin geri dönüş için güvenli bir ülke olduğu ulusal ve uluslararası kuruluşlarca kabul edilmediği müddetçe gerçekleştirilecek sınır dışı işlemlerinin hukuka aykırı olacağını ifade etmek gerekmekte. Kaldı ki Türkiye geçici koruma statüsünü sona erdirse dahi bu kapsamdaki kişiler bireysel olarak uluslararası koruma başvurusunda bulunma hakkını haiz olacağı için Türkiye yapacağı değerlendirmede Suriye’deki güvenlik durumunu her bir başvuru özelinde göz önünde bulundurma yükümlülüğü altında. Dolayısıyla geçici koruma statüsünün, bu statüden yararlanan sığınmacı sayısı göz önüne alındığında, kaldırılmasının şu an için mümkün olmadığı kanaatindeyim.
Devlet politikalarının süreç içerisindeki tutarsızlığı, atılan yanlış adımlar ve alınan aksiyonlar bizi bugün olduğumuz noktaya getirse de tüm yükün sığınmacılar üzerinde bırakılamayacağı gerçekliğinden uzaklaşmamız gerekiyor. Pek tabii devlet, göçmen/sığınmacı politikalarını belirlerken, uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerine aykırı olmayacak şekilde kendi vatandaşlarının menfaatlerini göz önünde bulundurma ve mümkün olabilecek en sağlıklı yolu izleme yükümlülüğü altında.
Mevzubahis yazı dizisini kaleme alırken amacım, ülke gündemini oldukça meşgul eden bu çok boyutlu meseleyi Türkiye’nin uluslararası hukuktan doğan hak ve yükümlülükleri açısından ele alabilmek ve tartışmanın sürekli olarak göz ardı edilen hukuki boyutunu aktarmaktı. Amacın hasıl olduğunu temenni etmekle birlikte bu kapsamda atılması gereken ve atıl(a)mayan adımlar, sığınmacı meselesine ilişkin diğer Avrupa devletlerinin pozisyonları ve izledikleri yanlış politikalar gibi hususlara henüz değinmemiş oluşumun bu yükün koşulsuz şartsız yalnızca Türkiye üzerinde bırakılması yahut diğer devletlerin ihlal teşkil eden eylemlerinin görmezden gelinmesi gerektiğini düşündüğüm anlamına gelmediğini ifade etmek isterim. Bilakis bu meselenin ancak uluslararası iş birliği ile çözüleceğine inanıyorum. Bu nedenle yazı dizisinin bir sonraki yazısında bu kapsamda neler yapılması gerektiğini ve bu tür krizlerde şimdiye kadar neler yapıldığını anlatmaya çalışacağım.
(Karar: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Akkad v. Türkiye Kararı, 21 Haziran 2022, Başvuru No: 1557/19)