‘Böyle bir şeyi organize eden ve buna katılan herkesi lanetleyeceğim. Bu kadarını yapabilirim. Bir silahım olsaydı kullanırdım, elimde olsa o gücü kullanırdım ama yok.’

Bu sözler Sırp Ortodoks Kilise Piskoposu Nikanor’a ait. Geçtiğimiz günlerde 12-18 Eylül 2022 tarihinde Belgrad’ta düzenlenecek LGBT Euro Pride etkinliğine karşı Belgrad’ta düzenlenen LGBT karşıtı yürüyüşte  Sırp aileler, çocukları ile birlikte Nikanor öncülüğünde tepkilerini ortaya koymuştu.

Geçtiğimiz günlerde Belgrad’ta düzenlenen LGBT karşıtı yürüyüşü
Pankartta yazan: Çocuklarımızdan elinizi çekin.

Her ne kadar Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vučić, Nikanor için‘Kendine ve kilisemize hakaret etti, kilisemizi küçük düşürdü.’ ifadelerini dile getirse de hem devlet sistematiği hem demografik yapısının etnosentrik düzlemde çatışmacı dinamiklerle bir arada yaşadığı Avrupa’da nevi şahsına münhasır bir kimliği olan Balkan yarımadasının siyaset algısının yorumlanması tekrardan gündeme geldi.

Sırp ulusunun bağımsızlık sonrası küresel siyaset sisteminde büyük değişimleri meydana getiren Birinci Dünya Savaşı’nın bitişi ile birlikte seküler bir modernizasyon içine girmesi, kiliseyi pasifleştiren en önemli unsurlardan biri oldu. 

Sırbistan iç ve dış siyasetinin oluşturulmasında siyasal sürecinin merkezinde bulunan Sırp Ortodoks Kilisesi, 1990’ların bitişi ile birlikte literatürde ‘yeni dünya düzeni’ olarak adlandırılan ve modernitenin işlevsizleşip yerini post-modern bir sisteme bırakması sonucu, modern dönemin ortaya koyduğu temel ilkelere meydan okuyarak etkisini korumaya devam ediyor. Sırp Ortodoks Kilisesi’nin siyasal sürecinde bu denli güçlü olarak, milli kimlik ile dini güçlü şekilde entegre etmesi modernitenin ortaya koyduğu din-milli kimlik ayrışmasının da yıkılmasından etkilendi. Ancak yine de Sırp Ortodoks Kilisesi’nin tarihsel içerisinde Sırp siyasetinin en güçlü aktörü olarak yer aldığını söylemek pek doğru olmaz. Özellikle Sırp ulusunun bağımsızlık sonrası küresel siyaset sisteminde büyük değişimleri meydana getiren Birinci Dünya Savaşı’nın bitişi ile birlikte seküler bir modernizasyon içine girmesi, kiliseyi pasifleştiren en önemli unsurlardan biri oldu. 

Sırp Ortodoks Kilisesi’nin alt kültür düzleminde yaşadığı meşruiyet ve mobilizasyon gücü kaybı, hemen akabinde 45 yıl etkisini sürdüren sosyalist-komünist bir devlet yönetimi altında da devam etti. Günümüzde Sırp Ortodoks Kilisesi’nin, Sırbistan’ın iç ve dış siyasal sürecinde merkezi rolünü doğru analiz etmek adına gelişim ve dönüşüm sürecini de doğru okumak gerekiyor. Çünkü mevcut dönüşüm, günümüzde kilisenin siyasal sürecindeki meşruiyetini ortaya koyan en önemli unsur.

SHS ve Yugoslavya Krallığı dönemlerinde siyasal süreci içerisinde Sırp Ortodoks Kilisesi’nin en önemli misyon olarak ötekileştirici Sırp milli kimliği için toplumda ‘rıza üretim aracı’ olarak görev alması, kiliseye toplum üzerinde bir mobilize edici meşru güç kimliği kazandırdı. Çünkü Sırp entelijansiya bürokrasi ev diplomasi için bilgi üretimini sağlarken, özellikle önemli ölçüde köy toplumu olan dönemin krallık yönetimi içindeki geleneksel-muhafazakâr Sırp toplumu için katalizör görevi Sırp Ortodoks Kilisesi’nin oldu.

Bu perspektiften incelendiğinde Sırbistan devleti için ‘ideal vatandaş tipini’ oluşturma görevini üstlenen kilisenin devlet ile bütünleşmesi, kilise yönetiminin krala bağlılım yemini etmesi ve kilisenin de devleti kutsayarak toplumsal düzlemde kendi ontolojik meşruiyetini koruması, ilişki içerisinde devletin ağırlığını ortaya koyan önemli unsur oldu. Öyle ki, krallık yönetimi, kilisenin yazışmalarını dahi kontrol ediyordu. 1930’da Patrik Seçim Yasası’nın yürürlüğe girmesi sonucu kralın, yani devlet sistematiğinin patrik seçme yetkisine sahip olması, kilisenin ontolojik meşruyetini krallığa entegre hale getirdi. Dolayısıyla kilisenin krallık döneminde otosefal hüviyete sahip olmaması, kilise ve devlet arasında konjonktürel olarak gerilimler meydana getirdi.

Sırp Ortodoks Kilisesinin sosyalist Yugoslavya döneminde devlet yönetimi ile daha keskin çatışma içine girmesi ise kilisenin Sırp siyasal sürecinde farklı bir dönüşüm yaşamasına neden oldu ve bu dönüşüm günümü Sırbistan iç siyasetinde etkisini korumaya devam ediyor. Kilise Kutsal Sinodu’nun komunist yönetimin toplumu ateizasyon sürecine sokması ile birlikte Tito’nun denge politikaları kapsamında kilisenin gücünü dengelemek için 1967’de Makedon Ortodoks Kilisesine tek taraflı otosefal yetkisi vermesine, ‘Ortodoks Din Adamları Derneğini’ kurmasına karşı çıktı ancak başarılı olamadı.

1952’de Belgrad Üniversitesi Teoloji Fakültesi’nin kapatılması ve eğitimde laikleşmeye gidilmesi de kilisenin gücünü pasifize eden diğer önemli faktörler arasında yer alması vb. gelişmeler için dönüm noktası ise şüphesiz sosyalist Yugoslavya siyasetini tümden değiştiren Sovyet ittifakının bozulmasıydı. Bu noktada Ortodoks Din Adamları Derneğini araçsallaştıran sosyalist Yugoslavya yönetimi, günümü kilise yönetiminin miras olarak aldığı ‘klerikalizm’ ilkesini, yani sosyolojik düzlemde devletin meşruiyetini koruması için kilisenin liberal politikalar çerçevesinde merkeze alınmasını politize etti.

ı kilisenin kendini ‘Sırp ulusunun rızası, koruyucusu ve annesi’ ilân etmesi, kilisenin yayınladığı 1983 tarihli ‘’Kosova’da Jadovna’ya’, 1987 tarihli ‘Rehin Alınmış Kosova’ isimli makaleler ile bilimsel açıdan desteklendi ve bu anlamda kilise yönetimi, Sırp dış politikasının bir diğer en önemli faktörü Sırp Sanat ve Bilim Akademisi ile bütünleşti.

Sırp Ortodoks Kilisesi’nin günümüze kadar Sırp iç ve dış siyasal sürecinde egemen aktör olarak yer almaya başlaması, sosyalist Yugoslavya yönetiminin klerikalizm çerçevesinde, ekonomik buhran içinde büyük zorluklar yaşayan halkı bütümleştirici ve koruyucu unsur olarak kilisenin görev almasına müsaade etmesi ile başladı. Özellikle 1981 Kosova Olayları, Sırp Ortodoks Kilisesi’nin kamusalalana dönüşünün resmiyet kazanmasını sağladı. Kazanılan resmiyet sonrası kilisenin kendini ‘Sırp ulusunun rızası, koruyucusu ve annesi’ ilân etmesi, kilisenin yayınladığı 1983 tarihli ‘’Kosova’da Jadovna’ya’, 1987 tarihli ‘Rehin Alınmış Kosova’ isimli makaleler ile bilimsel açıdan desteklendi ve bu anlamda kilise yönetimi, Sırp dış politikasının bir diğer en önemli faktörü Sırp Sanat ve Bilim Akademisi ile bütünleşti.

Akademinin de dile getirdiği üzere ‘güçlü kilisenin güçlü devlet’ anlamına geleceğine yönelik bilgi üretimi gerçekleştirerek kilisenin rıza üretimine katkı sağlaması, 1989’da kilise yönetiminin ‘Ulusal Program Önerisi’ ile birlikte Sırbistan devletini laiklikten günümüze değin ayırdı.

Günümüz Sırbistan iç ve dış siyaset dengelerinde devlet sistematiğinin meşruiyetini sürdürülebilir kılmak adına artık muhtaç konuma geldiği Sırp Ortodoks Kilisesi’nin post modern strateji ve hedeflerinin merkezinde ise Balkan yarımadasında modern kimliğin ötekileştirici kodlarının güçlendirilmesi adına dini unsurların meydana getirdiği düşman, iyi-kötü algısından rövanşist perspektiften yararlanılması bulunuyor. Temelde modernitenin meydana getirdiği sekülerleşme dini ile milli olanın ayrışmasını beklerken Sırp ulus kimliği ve diğer Balkan ulus kimlikleri, alt kültür düzleminde krizi sürekli kılarak ulus devletlerin dış politikalarını yönlendirmeyi, dini araçsallaştırarak sağlıyor.

Sırp Ortodoksluğunun kurucusu, kalbi Aziz Sava

Kilise yönetimi bu açıdan Sırbistan sosyolojisinde mikro milliyetçiliğin küresel kültürel hegemonyaya baş kaldırısı olarak yorumlanıyor. Sırp Ortodoksluğu’nun kurucusu Aziz Sava’nın etrafında bir Sırp Milliyetçiliğinin (Aziz Sava Milliyetçiliği) oluşturulması, yeni dünya düzeninde moderniteye meydan okuyan bir din-milli kimlik bütünleşmesini ortaya koyuyor. Modernitenin atomize hale getirdiği ulus kimliklerin ötekileştirici, bir düşmanın varlığına ihtiyaç duyduğu atomize olmuş milli kimliğin farklı toplumları özümseyerek güçlendirilmesinde Sırp Ortodoks Kilisesi önemli bir mekanizma oluşturuyor.

Sırbistan Sırpları ve Bosnalı, Makedonyalı, Kosovalı Sırpların irredentizm etkisi altında kilisenin meydana getirdiği rıza üretim araçları ile dış politikanın merkezinde yer alması, kilisenin siyasal süreci içindeki mutlak konumunu ortaya koyuyor. Kilise bu anlamda atomize olan ve bireyselleşen modern toplumu kolektivist şekilde bir arada tutma unsurunun post modern dönemde dış politikada araçsallaştırılması olarak yorumlanabilir.

Sırp Ortodoks Kilisesinin ve Aziz Sava Milliyetçiliğinin en önemli isimlerinden Nikolaj Velimirović.

Sırbistan iç ve dış siyasetinde Svetosavlje ideolojisi olarak adlandırılan ve Aziz Sava Milliyetçiliği etrafında kurgulanan rıza üretim sisteminde, Nikolaj Velimirović’in vurguladığı ahlaklı ve erdemli toplum yapısının asli unsuru, milli kilise olarak tanımlanıyor. Velimirović, Aziz Sava milliyetçiliğinin meşruluğunu kanıtlamak adına, Avrupanın kilise devlet ayrışması sonucu yaşadığı krizi işaret etmekte.  Aziz Sava’nın Sırp devletini kurduğunu, koruduğunu, temel ilke ve değerlerini oluşturduğunu iddia eden Svetosavlje ideolojisi, Sırp Ortodoks Kilisesi ve devlet bütünleşmesini meşru kılan yegane unsur olarak post modern dönemde milli kimlik algısını tanımlanması ve siyasal oluşum sürecinde yer almasında kilise yönetimini başat aktör konumuna getirmiş durumda.

Ancak önemli çelişkiler içerisinde Sırbistan’da Başbakanlık görevini yürüten Ana Brnabić’in eşcinsel olması, doğru yorumlanmalı. Bu politika, Sırbistan’ın Rusya-Avrupa denge mekanizması içerisinde Sırbistan’ın Avrupa ayağını güvence altına alan bir stratejik hamle ya da Avrupa Birliği’nin Sırbistan siyasetini dönüştürücü gücü olarak tanımlanıyor.

Sağdaki Sırbistan Başbakanı Ana Brnabić, soldaki eşi Milica Đurđić.