Coğrafyanın kader olduğu gerçeği ile yalnızca kendimizin bu denli yoğun yüzleştiğini düşünürken yanı başımızda da aslında bizlerle kader birlikteliği yapan komşularımızdan pek de haberdar değiliz. Temelde komşu dediğimizde hepimizin aklına Orta Doğu sınırı, Doğu sınırı ya da kaçak göçmenlere gösterdiği insanlık dışı muamele ile Yunanistan ya da Bulgaristan geliyor.
Ancak her ne kadar coğrafi olarak komşuluk bağımız olmasa da bölgesel anlamda Balkan coğrafyasında doğrudan sosyolojik ve devlet-toplum bütünleşmesi, ilişkisi perspektifinden bizlerle neredeyse aynı fotoğrafta yer alan Sırbistan, belki de komşu ülkelerin bizlerle sahip olduğu ortak kültürel bağlarımızdan daha derin hususlara sahip.
Kader birlikteliğini paylaştığımız Sırbistan ile coğrafyanın kaderinin etkilerini de aynı ölçüde hissetmeye devam ediyoruz. Hem coğrafi açıdan hem de oldukça heterojen kimliklerden meydana gelen toplum yapıları nedeni ile bir köprü vazifesi gördüğü vurgulanan Türkiye ve Sırbistan için reel politik perspektiften dış politika sürecini yürütmek neredeyse bir sanata dönüştü. Ancak iki ülke arasındaki belirli farklar, konjonktürel olarak iki ülkenin bölgesel gücünde önemli done değişiklikleri meydana getirebiliyor. Son dönemde iki ülkenin Balkan coğrafyasındaki en önemli müttefik olduklarına yönelik görüntünün ne kadar güçlü veya hassas dinamiklere sahip olduğu tartışmaya açık.
Sırbistan’ın Sosyalist Yugoslavya geçmişinde devletin yönetim merkezi olması ve Yugoslavya’nın Josip Broz Tito önderliğinde Bağlantısızlar Bloğunun lokomotifi görevini üstlenerek iki kutuplu dünyada üçüncü büyük güç olacak seviyeye gelmesi, devlet aygıtının asıl meşru sahibinin Sırp Ortodoks Kilisesi gibi köklü bir kurumunun olması faktörleri, Sırbistan’ı dış politikada Türkiye’nin bölgesel gücünü baskılayıcı konuma getiriyor. Ancak Sırbistan’ın coğrafi olarak Kıta Avrupa’sının doğrudan komşusu olması ve bu nedenle Kıta Avrupası’nın AB öncülüğünde stratejik güvenliğin sağlanması hedefi ile Sırbistan iç ve dış siyasetine doğrudan müdahale etmesi vb. faktörler Türkiye’nin dış politika kapsamında görece daha bağımsız hareket alanına sahip olmasını sağlıyor. Bu durum ise doğal olarak Türkiye’nin bölgesel gücünü korumaya devam ediyor.
Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vučić’in Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile gerçekleştirdiği toplantıda iki ülke arasındaki yakın ilişkilerin Kral Aleksandar ve Mustafa Kemal Atatürk dönemindeki olumlu ilişkilerin daha da üzerine çıkıp altın çağını yaşadığını vurgulaması da dikkat çekici oldu. Ancak Sırbistan’ın Rusya ve AB arasında neredeyse ipin üzerinde yürüyen cambaz gibi dengede kalmaya çalışmasında oldukça güçlü ama bilinmeyen bir müttefiki var: Birleşik Arap Emirlikleri. Sırp bürokrasisinin ve toplumunun Arap ülkelerine ve toplumlarına bakışı kader ortağı olan Türkiye ile oldukça farklı bir çizgide ilerliyor. Tabi bunun tarihsel etkileri de var.
Tito Yugoslavya’sının Bağlantısızlar Bloğunun öncü ülkesi olması ve o dönemde Körfez ülkeleri ile geliştirdiği yakın ilişkiler, günümüz Sırp siyasetine de doğrudan etki etmeye devam ediyor. Üstelik, Sosyalist Yugoslavya ve Körfez ülkeleri arasında imzalanan öğrenci değişim programları antlaşmaları da bugün Sırbistan’ın öncülüğünde devam ettiriliyor. Tarihsel bağları bu denli sıkı ilişkilerin etkisi ile de Körfez ülkelerinden Sırbistan’a üniversite öğrenimini tamamlamak için gelen Arap kökenli öğrenciler yurtlarda ücretsiz kalmaya ya da Sırbistan içerisindeki burs programlarından yararlanmaya devam ediyor.
Sırbistan’ın 1992’den bu yana Balkan coğrafyasında Avrupa’yı radikal İslamcı gruplardan koruduğuna yönelik kahraman ülke algısı oluşturmasına karşılık BAE ile yakın ilişkileri dikkat çekici. Üstelik Novi Pazar merkezli olmak üzere Körfez ülkelerinin Sırbistan sınırları içerisindeki Sancak bölgesinde, rahmetli Muamer Zukorlić aracılığı ile yayılmacı politikalar izlemesi her ne kadar yanlış bir algının oluşmasına neden olsa da Sırbistan istihbaratı ve İçişleri Bakanlığı bu durumu kendi lehlerinde kullanmaya devam ediyor. Yatırımlar aracılığı ile doğrudan Sırbistan iç siyaseti ile yakın ilişki içerisinde olan BAE, Sırbistan’ın da Sancak bölgesindeki gizli kontrol mekanizması olarak yorumlanıyor. Peki BAE-Sırbistan arasındaki ekonomik ve siyasi bağlantılar ne boyutta?
Her ne kadar BAE, 1992’de Yugoslav İç Savaşı’nın Bosna Hersek’teki kısmında Boşnaklara doğrudan mühimmat sağlayıp cihadçı askeri destek verse de ya da Kosova’yı devlet olarak tanısa da Sırbistan ile BAE reel politik ilişkilerini korumaya devam ediyor ve bu doğrultuda BAE günümüzde AB ve Rusya’nın ardından Sırbistan içerisindeki %3,1 yatırım oranı ile en büyük dördüncü yabancı yatırımcı konumunda. BAE’nin bu konuda Türkiye’nin önünde olması Türkiye’nin Sırp ekonomisindeki hâkim yabancı yatırım algısının içinin boş olduğunu ortaya koyuyor.
BAE’nin Sırbistan’daki yatırımları dört alanda yoğunlaşmış durumda: Havacılık, inşaat, tarım ve savunma. Sırbistan içerisinde bu denli etkin olma çabası BAE’nin, artık petrol ihracatına güvenemeyeceğini ve dolayısıyla ekonomik büyüme hedefini çeşitlendirme stratejisinden kaynaklanıyor. Üstelik her ne kadar böyle bir resmi ortaklık olmasa da BAE, AB ve ABD’nin Balkan coğrafyasındaki Türkiye yayılmacılığına tampon oluşturması stratejisi için de oldukça uygun. İki ülke arası Türkiye’nin Kosova’yı tanıyan üçüncü ülke olması nedeni ile kopan diplomatik ilişkilerin 2009 yılı sonrası hızlıca düzelmesi ile birlikte dönemin Boris Tadiç yönetimindeki Sırp Hükümeti’nin ısrarlarına rağmen romantik-İslamcı dış politika çizgisinde ısrar eden dönemin Türk Dışişleri Bakanlığının oldukça zayıf ve işletilemez durumda olan Bosna Hersek Hava Yolları’nın satın alması sonucu Etihad, JAT’ın (Jugoslav Airlines) %49’unu satın aldı. Air Serbia adı altında yeniden yapılandırılan şirketteki hissesini pandemi nedeni ile %18’e çeken BAE, 2021 ile birlikte Sırbistan ekonomisindeki ağırlığını önemli ölçüde artırdı. Daha önce 2015 yılında BAE-Sırbistan arası imzalanan antlaşma ile Belgrad Otogarı’nın bulunduğu çorak araziyi Belgrad Waterfront ismi ile lüks bir şehir bölgesine dönüştüren BAE, Abu Dabi’nin AB’ye yakın bölgede yatırımlarını yoğunlaştırmaya devam ediyor. Aleksandar Vučić liderliğinde Belgrad’ta devam ettirilen bu lüks kentsel dönüşümün bir oy gücüne devşirilmesi de iki ülke arası ilişkinin win-win perspektifini ortaya koyuyor.
Savunma sanayi alanında da Türkiye’den SİHA alımı için ısrar eden ve kameralar karşısında bunun hayati bir öneme sahip olduğunu vurgulayan Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vučić’e rağmen BAE’nin etkisi Türkiye’nin çokça önünde. Bu konuda BAE için ise kilit isim hiç şüphesiz Muhammed Dahlan. Savunma sanayi alanında BAE-Sırbistan ortaklığının merkezinde olan Dahlan aracılığı ile 2013 yılında Sırbistan’ın en büyük savunma şirketi olan Yugoimport SDPR ve Emirates Advanced Research and Technology (EARTH) arasında 267,8 milyon dolarlık antlaşma imzaladı. Antlaşmaya göre tanksavar füze savunma sistemi alanında öncü olan ALAS’ın geliştirilmesi için günümüzde de çalışmalar tüm hızıyla devam ediyor. Sırbistan ise önemli bir silah üreticisi ülke olarak BAE’ye yaptığı silah satışının yanında BAE’nin Orta Doğu bölgesindeki çatışma içerisinde olan aktörlere bu silahların pazarlamasını sağlıyor. Muhammed Dahlan ismi burada da ön plana çıkıyor. Dahlan’ın iki aktör arasındaki bu üstün ara buluculuk başarısı nedeni ile Sırp vatandaşlığını elde etmesi ve Belgrad’ta lüks villalar satın alması dikkat çekici.
Savunma sanayi dışında güçlü bir tarım ülkesi olan Sırbistan’daki BAE yatırımlarının kaçınılmaz olarak tarım alanına da yönelmesi söz konusu. Bu doğrultuda BAE Kalkınma Fonu’nun Sırbistan’da tarımın daha fazla geliştirilmesi için 400 milyon dolarlık kredi desteği sağlaması ve merkezi Abu Dabi’de bulunan Al Dahra Şirketi’nin sekiz adet Sırp tarım işletmesini satın alması 2018’de Al Dahra’nın Sırbistan yerel tarım şirketi olan PKB Korporacija’yı 172 milyon dolara devralması ile sonuçlandı.
Modern Türk milli kimliğinin Yunanistan ile birlikte en önemli stratejik düşmanları arasında gördüğü Arap dünyası, Türkiye’nin ‘Balkanların doğal hamiliği’ kibrininin rehavetinden yararlanarak Balkan coğrafyası’nın en önemli iki aktöründen biri olan Sırbistan ile ilişkilerini kuvvetlendirmeye devam ediyor. Her fırsatta Arap düşmanlığının ayyuka çıktığı Türkiye’de “yallah Arabistan’a’’ söyleminin kült hale gelmesi Balkan coğrafyasındaki Körfez ülkelerinin gücünün küçümsenmesini tetikliyor. Türkiye bu anlamda Balkan coğrafyasındaki 500 yıllık sosyolojik hinterlandına güvense de 1804’te başlayan kopuşlar Yugoslavya dönemi ve 1991 sonrası Körfez ülkelerinin etkisi ile önemli dönüşümlerin yaşanmasını devam ettiriyor. Öyle ki 2016 sonrası Mısır cumhurbaşkanı Abdülfettah el-Sisi'ye Belgrad Üniversitesi’nin fahri doktora unvanı vermesi, Sırbistan’ın Doğu Akdeniz meselesinde Kıbrıs Rum yönetimi ve Körfez ülkeleri ile ortak hareket ederek Kıbrıs Rum kesimine silah ve zırhlı araç satışı gerçekleştirmesi, Türkiye’nin rehavetinin sonuçları olmaya devam ediyor. Ancak yine de tüm bunlara rağmen özellikle 2017 sonrası Sırbistan ve Türkiye’nin Balkan coğrafyasındaki stratejik çıkarlarının sorunsuzca entegre konuma gelmesi ve Sırbistan devletine ait tarım şirketlerinin BAE’ye satılmasından duyduğu rahatsızlığı Sırp ordusunun net bir biçimde dile getirmesi BAE ve Türkiye adına yeni strateji belirlenmesi için çeşitli ipuçlarını daha hissedilir hale getiriyor.