Tunus siyasetinin kilit isimlerinden biri olan Nahda/Rönesans Hareketi Lideri Raşid el-Gannuşi, 17 Nisan’da evinde düzenlediği iftar yemeği esnasında gözaltına alındı. Yaklaşık kırk sekiz saat süren gözaltı sürecinin ardından 20 Nisan’da çıkarıldığı mahkemece ‘’devlet güvenliğine karşı komplo kurmak’’ suçlamasıyla tutuklandı.

Peki Tunus siyaseti için bu denli öneme sahip olmasının ve dahi gerçekleştirdiği demokratik atılımlara rağmen tutuklanmasının gerekçesi neydi? Özellikle Arap Baharı süreci sonrasında ülkedeki iç siyasi dinamiklerin dengelenmesine yönelik sunduğu katkılarla takdir toplayan Gannuşi, bugün hangi varsayımlarla vatana ihanet etmekle suçlanıyordu? Elli beş yıllık siyasi hayatına sürgünleri, idam istemiyle yargılamaları ve sayısız siyasi davayı sığdıran Gannuşi’yi ilerleyen süreçte ne gibi suçlamalar bekliyordu? Bu soruları cevaplamadan önce Gannuşi’yi biraz daha yakından tanımak ve akabinde benimsediği siyasi yol haritasını yazı içerisinde özetlemek yerinde olacaktır.

Raşit Gannuşi 1941 yılında Tunus’un Gabes vilayetine bağlı El-Hamme kentinde dünyaya geldi. Tunus Berberilerinden olan ailesi çiftçilikle geçimini sağlamaktaydı. Başkent Tunus’ta başlayan eğitim hayatını Paris’teki Sorbonne Üniversitesi’nde -felsefe alanında yaptığı doktorayla- tamamlamıştı.

Aldığı eğitimler sonrası 1970 yılında ülkesine dönen Gannuşi, Kur’an’ı Koruma Derneği’ne üye olmuş ve burada Müslüman Kardeşler’den pek çok isimle tanışmıştı (Bu tanışıklık daha sonra ‘’Nahda’’ adını alacak olan İslami Eğilim Hareketi’nin örgütlenmesine yönelik birçok katkı sunacaktır.).

Gençlik yıllarında sergilediği muhalif tutumuyla dönemin siyasi otoritelerinin dikkatini çekmeyi başaran Gannuşi, Tunus Cumhuriyeti’nin kurucusu ve aynı zamanda ilk devlet başkanı olan Habib Burgiba’nın hedefi haline gelmişti. Zira o dönem içinde yer aldığı genç oluşumlarla birlikte ülke yönetimine getirdiği eleştiriler Burgiba’yı oldukça tedirgin etmekteydi. Gannuşi hakkında açılan davalarda müebbet hapis cezasına çarptırılması yönünde verilen kararlar Burgiba’yı tatmin etmiyordu. Gannuşi’yi vatan haini ilan ediyor ve idam edilmesi gerektiğini söylüyordu. Uyguladığı baskılar neticesinde bu arzusunu gerçekleştirmeye çok yaklaşmıştı ki 1987 yılında askeri darbe ile görevinden uzaklaştırıldı. İdam sehpasından alınan ve yeniden özgürlüğüne kavuşan Gannuşi’nin önünde yeni bir oluşuma liderlik etmek vardı: İslami Eğilim Hareketi (Nahda/Rönesans Hareketi).

Sürgün Yılları ve Nahda Hareketi

Esaret yıllarının sona ermesinin ardından siyasi faaliyetlerine hız kesmeden devam eden Gannuşi, özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz İslami Eğilim Hareketi’ni (Nahda/Rönesans Hareketi) kurmak için çalışmalar başlattı. Ancak bu çalışmalar dönemin baskıcı rejimi tarafından sıklıkla engellendi. Mevcut faaliyetleri için müebbet hapis cezasına çarptırılan Gannuşi, 1990 yılında ülkeden ayrılmak durumunda kaldı. Sürgün yıllarını sırasıyla Cezayir, Sudan ve İngiltere’de geçirdikten sonra 1991 yılında aynı zamanda kurucusu olduğu Nahda Hareketi’ne lider olarak seçildi. Arap dünyasında modernleşme sürecinin erken dönemi olarak anılan hareket, Yasemin Devrimi sonrası partileşecek ve meşru zeminde temsiliyet hakkı elde etmiş olacaktı.

Yasemin Devrimi ve Sürgünden Dönüş

Gannuşi İngiltere’de sürgün yıllarını geçirirken Tunus, alışılmışın dışında ayaklanmalara sahne oluyordu. 2010 yılında polis tarafından sattığı ürünlere el konan Muhammed Buazzi, Sidi Buzid kentinde kendini yakarak ilk isyanı başlatmış oldu. Ülkede infiale neden olan bu olay, ayaklanmaların halka halka büyümesine ve hatta ülke sınırlarını aşmasına neden olacaktı. Esasen Tunus kendi iç siyasetine karşı sergilediği bu isyanın Arap Baharı gibi bir ayaklanmalar zincirine dönüşmesini beklemiyordu. İsyanı ekonomik krize ve yolsuzluklara karşı başlatılmış bir direniş olarak görüyorlardı. Nitekim ilerleyen süreçte bu direniş olumlu sonuç verecek, kısa sürede Ortadoğu’daki pek çok ülke için temsil haline gelecekti.

 Yaşanan ekonomik krize ve yolsuzluklardan doğan siyasi yozlaşma ortamına rağmen yönetimi bırakmayan Devlet Başkanı Zeynel Abidin bin Ali, protestoların artmasıyla birlikte ülkeden kaçmak durumunda kaldı. Bin Ali’nin yirmi üç yıllık tiranlığı son bulurken yirmi iki yıldır sürgünde olan Gannuşi için ülkeye dönüş serüveni başlamış oldu. 30 Ocak 2011’de döndüğü ülkesinde ‘’ Taleal Bedru Aleyna’’ nakaratı eşliğinde coşkuyla karşılanan Gannuşi, özgürlükçü söylemleriyle ülkenin yeni umudu olarak görülüyordu. Tüm bunlar, Tunus için ve öncüsü olduğu Nahda/Rönesans Hareketi için yeni bir sürecin başlangıcıydı.

Tunus İçin Gannuşi

Ülkesine döner dönmez genel seçimler için çalışmalara başlayan Gannuşi, siyasi istikrarın sağlanması adına ulusal birlik hükümetinin kurulması yönünde teklifler sundu. Bu teklife göre partilerin kendi tabanlarını temsilen yönetimde faaliyet gösteriyor olması esas arzusuydu. Nihayet Ekim 2011’de kurucu meclis seçimleri gerçekleştirildi ve Nahda Partisi meclisteki 217 koltuktan 70’ini kazandı. Ortak akıl yönetimini benimseyen Gannuşi, hiçbir makam için hususi talepte bulunmamıştı. Uzlaşmacı tavrıyla geçiş sürecinin yönetilmesinde önemli rol oynamış, ülkesinin geleceğini kendi ihtiraslarına kurban etmeden aidiyeti ve adaleti sağlamaya gayret etmişti. Bir sonraki seçimlerde partisi parlementoda en fazla oyu almış olmasına rağmen başbakanlığa aday olmamış, daima korunmasını ümit ettiği İslami çizginin demokrasiyle olan bağdaşıklığını şu sözlerle dile getirmişti:

‘’Özgürlük ne olursa olsun, hangi boyuta ulaşırsa ulaşsın İslam’a zarar verebilecek bir şey değildir. İslam demokrasi ve halk karşıtı değildir. İslam ile demokrasinin ikiz olduğuna inanıyoruz.’’

Yasemin devrimi sonrası Gannuşi'nin ülkeye dönüşü.

Gannuşi katıldığı bir panelde Bin Ali’nin polis cuntası ile halkı baskıladığını ve kendini ifade eden herkesin ya cezaevlerine girdiğini ya da ülkeden kaçtığını söylüyordu. Ne Tunus için ne de diğer Arap ülkeleri için demokrasi yoksunluğunun kabul edilemeyeceğini de sözlerine ekliyordu.

2021 ve Sonrasında Yaşananlar

Gannuşi Tunus’un demokratik atılımlarına sunduğu katkıyla 2019 seçimlerinden sonra meclis başkanlığı görevini yürütmüştü. Ancak ilerleyen süreçte Cumhurbaşkanı Kays Said (Temmuz 2021) çıkardığı kararnamelerle parlementonun faaliyetlerini önce durdurmuş sonrasında ise yürütmeyi kendisine bağlayarak (Mart 2022) tamamen feshetmişti. Said’in hayali Zeynel Abidin bin Ali’nin yolunu izleyerek tüm yetkileri kendisinde toplamaktı. Siyasi rakiplerini ortadan kaldırmayı hedef edinen Said, kendisine muhalefet eden yahut etme ihtimali olan pek çok basın mensubunu ve siyasetçiyi yakın markaja alıyordu. Bu isimlerden biri de devrimin ilk yıllarında bizzat desteklediği ve cumhurbaşkanı adaylığı sürecinde desteğini aldığı Raşid Gannuşi’ydi.

Kays Said gibiler için esas olan Tunus’un demokratik bir devlet haline gelmesi değildi. Kontrolü ellerinde tutabilecekleri ve yeri geldiğinde halkı kolaylıkla sindirebilecekleri ‘’kılavuzlu demokrasi’’ anlayışını benimsemek ve benimsetmek istiyorlardı. Bu anlayışa göre halk elbetteki demokrasiyi tadacaktı fakat izin verildiği ölçüde.

Gannuşi sürgün öncesinde de ülkesine döndüğü süreçte de tam da bu zihniyetle savaşmıştı. Kendisine ‘’Siyasal İslam’’ etiketini yapıştırmak isteyenlere ‘’Demokratik İslam’’ anlayışıyla adeta ders veriyordu. Bugün Ortadoğu’daki otoriter rejimlerin çok ötesinde bir ufka sahip olan Gannuşi, gerek Batı Avrupa’nın gerekse -kendisini Müslüman Kardeşler hasebiyle kin düşman ilan eden- Arap ülkelerinin açık hedefi haline gelmişti. Bu hedef haline gelme durumu Kays Said’in de oldukça işine geliyordu. Çünkü Nahda Partisi’nin desteğiyle aldığı %76’lık oy oranı karşısında Gannuşi’yi bir tehdit olarak görüyor, karşısında siyasi rakip istemiyordu.

Parlamentonun feshi sonrası aynı yıl İçişleri Bakanlığına bağlı Terörle Mücadele Şubesi tarafından ifadeye çağrılan Gannuşi, dokuz saatlik ifadenin ardından serbest kalmıştı. Said, Gannuşi’yi Müslüman Kardeşler bağlantısı dolayısıyla sıklıkla terörize etmeye ve hainlikle suçlamaya devam ederken Şubat 2023 seçimleri yaklaşıyordu. Başlangıçta Nahda Partisi ile ittifak yapmaktan kaçınan muhalefet partileri, darbelere karşı durma amacıyla oluşturdukları Ulusal Kurtuluş Cephesi’nde Gannuşi’ye ve partisine de yer verdi.

%11’lik katılımla gerçekleşen Şubat 2023 seçimlerinde Kays Said parlamentodaki çoğunluğu yakalamış ve hemen akabinde Nahda Partisi’ne yönelik düzenlenen operasyonlar hız kazanmıştı.

Bu bağlamda Tunus’taki mevcut düzenle ilgili getirdiği eleştiriler bahane edilerek 17 Nisan 2023 tarihinde gözaltına alınan Gannuşi, çıkarıldığı mahkemece on saat süren duruşmanın ardından tutuklandı. Kızı Yüsra Gannuşi, babasının güvenlik güçlerince iftar vakti evine yapılan baskında gözaltına alındığını ve o günden beri kendisiyle herhangi bir iletişim kuramadıklarını ifade etti.

Medyanın da yönlendirmesiyle Gannuşi’ye karşı yürütülen itibarsızlaştırma politikası bir süredir halk nezdinde de karşılık bulmaya başlamıştı. Gannuşi, özellikle Müslüman Kardeşler’in ülke içerisinde yürüttüğü terör olaylarının baş mimarı olarak addediliyordu.

Nahda Hareketi, tutuklama kararı sonrası yaptığı açıklamada ekonomideki başarısız atılımların örtbas edilmesi amacıyla bu tarz siyasi baskıların baş gösterdiğini ve mevcut durumdan endişe duyduklarını dile getirdi.

Gannuşi’nin tutuklanmasıyla birlikte Nahda Partisi’nin genel merkezi kapatıldı ve muhalefet gruplarının toplantıları yasaklandı. Nahda Hareketi’nin bürolarına baskınlar devam ederken Gannuşi’nin resmi Facebook sayfasından yapılan paylaşımda şu sözler yer aldı:

 ‘’Gelecek konusunda iyimserim. Tunus özgür olacak.’’

Gannuşi, benimsediği çoğulcu demokrasi anlayışı gereğince iktidar dışında bulunan grupların da varlık gösterebildiği ve kamusal özgürlük alanlarının genişletildiği bir ülke hayal etmekteydi. Aslında Tunus, Yasemin Devrimi sonrası kazanılması muhtemel bu özgürlükler ve alan açmalar için oldukça hevesliydi. Ancak gerek ekonomik sorunlar gerekse son dönemlerde yaşanan terör olayları halkı geçmişte kurtulmak için ayaklanmalar başlattığı  siyasi otorite arayışına tekrardan itti. Daraltılmış alan içerisinde kendi güvenli alanını oluşturabileceği algısına kapılan Tunus halkı, karalama kampanyasının kurbanı haline geldi.

Gannuşi’nin avukatlarından  Samir Dilo, yöneltilen suçların ‘’ devletin yapısını değiştirmek ve halkın silahlarla birbirine saldırasına sebebiyet vermek’’ olduğunu ve bahsi geçen suçlardan dolayı -Tunus Ceza Kanunu’nun 72. Maddesi’ne atıfta bulunarak- idam cezasına çarptırılabileceğini ifade etti.

Gannuşi, devleti talep eden İslamcılık anlayışının karşısında durduğunu ve sivil toplumun öneminin yitirilmemesi için çalışılması gerektiğini dile getiriyordu. Bir konuşmasında İslami hareket kavramını şu sözlerle ifade etmişti:

‘’İslami hareket karşılıklı etkileşimi sağlayan, insan bilincini canlandıran, sevap işleyip Kur’ani değerleri yaşayan reformist bir hareket olmalıdır.’’

Tek kimlik siyasetine karşı verdiği mücadelede yalnız kalmaktan korkmadığını defaatle vurgulayan Gannuşi’yi, ilerleyen süreçte ne gibi suçlamaların beklediği şu an için bilinmiyor. Tunus askeri sisteminin yönetim konusundaki geçmiş müdahalelerine bakılacak olursa demokrasi için bu denli bedel ödeyen bir halkın aynı kısır döngü içerisine tekrar girmesi ise an meselesi.