Son yıllarda çeşitli haberler neticesinde tekrar eden tartışmalardan birisi de sokak hayvanları meselesi. Sokak hayvanları ile ilgili haberler ve sosyal medya etiketleri neredeyse her gün karşımıza çıkıyor. Köpek saldırdığı için kaçarken kaza geçiren çocuklar, hayvanlara canice şiddet uygulayan insanlar, köpek sürülerinin yolda musallat olduğu kişiler, araba çarpmış olan yaralı kediler vb. birçok farklı olay her seferinde verili bir akış açısı ile bize sunuluyor. En son 10 yaşında bir çocuğun köpek ısırması sonucu kuduz olarak hayatını kaybetmesi neticesinde hayvanlar ile ilgili mesele keskin tarafları olan bir çatışmaya dönüştü.

Hayvanların sokaklarda sürdüğü yaşam ile insanların sokağın sakinleri olarak onlarla kurduğu etkileşim bahsi geçen kutuplaşma neticesinde doğal seyrinin dışına çıkmaya zorlanıyor. Girişte değindiğim haberler her gündeme geldiğinde “hayvanseverler” ve “hayvanların sokak yaşamına karşı tedbirci yaklaşanlar” arasında cereyan eden tartışmalar yaşanıyor. Son günlerde ise sokak hayvanlarına yönelik bu tartışma artık radikal hayvan sempatizanları ve hayvan karşıtları gibi bir zemine oturmaya başladı.

Konuyu incelemeye geçmeden söylemek isterim ki bu radikal gruplaşmanın hayvanlar ile ilgili toplum ortalamasını yansıtmadığını, hayvan hakları ve sokak hayvanları konusunda var olan görüşler içerisinde niceliksel olarak küçük bir yer kapladığını düşünüyorum. Ancak radikal olan söylemin makul olanı kuşatması sıklıkla meydana gelen bir durumdur ve bu konuda yine radikal tarafların söylemleri kamusal tartışma alanını şekillendiriyor.

Konunun hukuki boyutunu bir kenara bırakarak şunu sormak gerekli, sosyal medya toplumun bu gibi meselelerini tartışması için oldukça katılımcı ve demokratik bir ortam mı sunuyor yoksa radikalleşmeyi ve kontrolsüz, popülist uygulamaların doğmasını mı tetikliyor?

Geçtiğimiz hafta Konya’da hayvan barınağında toplanan sokak köpeklerine uygulanan şiddet ile ilgili görüntülerin yayınlanması ile hayvan hakları ekseninde görünen ancak tarafların açıkça savaşına dönüşen tartışmalar alevlendi. Bunun üzerine olayın faili olan şahıs tutuklandı. Konunun hukuki boyutunu bir kenara bırakarak şunu sormak gerekli, sosyal medya toplumun bu gibi meselelerini tartışması için oldukça katılımcı ve demokratik bir ortam mı sunuyor yoksa radikalleşmeyi ve kontrolsüz, popülist uygulamaların doğmasını mı tetikliyor? Bu soru pek çok hadise nihayetinde ciddiyetle sormamız gereken mühim bir soru. Şahsi kanaatim bireyin yeterli bir bilinç olmaksızın irade beyanını kamusal olarak bir öncül şeklinde sunması radikal sonuçları kaçınılmaz kılar. Bununla birlikte aklıselim tartışma yürütme gayretinde olan kimselerin ise aynı araçları daha aktif kullanarak benzeri sosyal medya tartışmalarını yönlendiren bir konum almaları ise katılımcı ve demokratik bir sosyal medya kullanımını sağlar. Her durumda toplumun galeyana gelmesine müsait tartışma hususları bir nebze kontrolden çıkmaya müsait görünüyor.

Hayvanlar bağlamında asıl tartışmaya dönecek olursak, hayvanseverlerin insanların çoğunlukla haklı görünen kaygılarına tepkileri başlarda daha ılımlı ancak hayvanların aslında bir tehlike olmadığı yönünde farkındalık oluşturmaya dair yaklaşımlardı. Sorunu ılımlı ve çözüm arayan yaklaşımlar çerçevesinde ele almak da bu tutumu gerektirir. Hayvana uygulanan şiddet haberlerinin yanında hayvansever bazı kimselerin kendisine saldıran bir köpeğe vuran bir adama meydan dayağı attığı haberde yakın zamanda gündeme geldi. İnsana yönelik bir şiddetin başka bir canlıya yönelik şiddet karşıtlığı ile meşrulaştırılması tutarsızlık arz ediyor.

Sokak köpeklerinden duyulan rahatsızlık ise daha çok saldırgan sokak köpeklerinin yol açtığı acı sonuçlara tepkiler sebebiyle zuhur ediyor. Pek çok küçük çocuğun aniden saldıran veya havlayarak koşan köpeklerden doğal bir tepki olarak korkup kaçması neticesinde yaşadığı trafik kazaları ölümlü sonuçlar da doğururken bir taraftan da doğrudan köpeklerin ısırması ile muhatap insanlar söz konusu. Bu durum gayet tabi bir şekilde insanların tepki ve kaygılarına yol açıyor.

Özellikle küçük çocukların tehlike altında görülmesi ebeveynler için oldukça hassasiyet oluşturuyor. Bunun yanında bir de bu hayvanların içinde bulunduğu olumsuz şartlar ve takip etme imkanı açısından var olan kısıtlılık bulaşıcı hastalıklar yada bakteriyel enfeksiyonların yayılmasına da yol açabiliyor.

Hayvanların bakımı, düzenli veteriner muayenesi, beslenme ihtiyacı, kısırlaştırma gibi konularda belediyelere düşen görev sorumluluk noktasında ilk muhatap olarak yerel yönetimleri işaret ediyor.

Sokak köpeklerinin yanında pitbull vb. cins bazı yasaklı tür olan hayvanların sahiplenilmesi ufak ihmaller neticesinde büyük facialara yol açabiliyor. Saldırganlaşan herhangi bir hayvan için ise en savunmasız hedef çocuklar oluyor. Hal böyle iken çocukların güvenliğinden endişe duyulması oldukça anlaşılabilir.

Peki sokak hayvanlarının özellikle sokak köpeklerinin tehlikeli olarak görüldüğü bu durumun çözümü ne olabilir? Tehlike tam olarak nedir? Ortada tehlike olarak adlandırılması tartışmalı olsa da varlığı aşikar olan sorunun çözümü için kime ne gibi sorumluluklar düşüyor? Gerek hayvanseverlerin gerek onlara karşıt gibi görünenlerin çoğunlukla hem fikir olacağı husus yerel yönetimlerin bu konu ile ilgili sorumluluk üstlenmesi. Hayvanların bakımı, düzenli veteriner muayenesi, beslenme ihtiyacı, kısırlaştırma gibi konularda belediyelere düşen görev sorumluluk noktasında ilk muhatap olarak yerel yönetimleri işaret ediyor. Bununla birlikte hayvanların sokaklardan toplanması halinde ise nitelikli ve yaşanabilir barınak sağlamak yine belediyelerin üstlenmesi gereken sorumluluklar arasında. Ancak bu konuda yapılacaklar ve yapılması gerekenler bunlarla sınırlı değil.

Sokak hayvanları, ağaçlar, böcekler, fareler ve daha bir çok canlı ile birlikte yaşadığımız ekosistem içerisinde bu paydaşlardan herhangi birini yok saymak insanlık onuruna yakışır bir tavır olmaz. İnsan yeryüzünü imar edebilen, doğa ile karşılıklı yapıcı-dönüştürücü ilişki kurabilen bir varlık olarak diğer varlık üzerinde bir sorumluluk sahibidir. Elbette her sorumluluğun beraberinde bazı haklar da doğar. İnsanın doğa ile ilişkisinde geçtiğimiz yüzyıllar boyunca doğaya tahakküm kurma çabası büyük bir felakete dönüştü. Bugün için belki artık modern insanın kazanmaya başladığı farkındalıklar doğa ile ilişkisini yeniden kurgulamayı gerekli kılmış olsa da halen doğaya dostça yaklaştığımız şamil bir iddia olamaz.

Hayvanlar insanlar ile nasıl bir ilişki kuracağı konusunda dürtüsel davranışlar haricinde bir sınır koyabilecek, çerçeve belirleyebilecek rüşde sahip değildir fakat insanlar hayvanların haklarını belirleyebilecek, insanların bu hakları ihlal etmesi halinde yaptırım uygulayabilecek yetkinliğe sahiptir.

Şehirlerde yaşamını süren hayvanlarda bu doğanın bizim hak ve sorumluluk alanımıza dahil ettiği birer paydaşlar. Bu nedenle onların yaşamları ve temel ihtiyaçları herhangi bir meta olarak harcanamaz. Cansız varlıkların dahi beyhude tasarrufunu makul karşılayamazken hayatın içinde yer alan bu hayvanları canice yok sayamayız.

Hayvanların insanlar ile birlikte ve insani değerlerin gerektirdiği şekilde bir yer tutması için bireyden topluma uzanan bir bilinç ve sorumluluk gerekliliği var.  Hayvanlar insanlar ile nasıl bir ilişki kuracağı konusunda dürtüsel davranışlar haricinde bir sınır koyabilecek, çerçeve belirleyebilecek rüşde sahip değildir fakat insanlar hayvanların haklarını belirleyebilecek, insanların bu hakları ihlal etmesi halinde yaptırım uygulayabilecek yetkinliğe sahiptir. Bu nedenle hayvan ve insan arasında canlılığın, doğanın ve insanın izzetini gözeten mutedil bir hülme varmak buna dair yetki ve yetkinlik sahibi insanların sorumluluğundadır.

Yasa yapmakla yükümlü olanlar hayvan hakları konusunda yasaları yaparken, yürütme görevini üstlenenler bu düzenlemeleri hayata geçirecek ve gerektiğinde yargı bu sınırları aşanlara hak ettiği cezayı verecektir. Aynı zamanda konu hakkında farkındalık sahibi bireyler, STK’lar ve medya elzem olan bilinç ve duyarın gelişmesi noktasında bir sorumluluk taşımaktadır. Hayvanlar ile mevcut gündemin bir nefret savaşına dönüşmesinde tüm bu sorumluluk paydaşlarının bir nebze üzerine düşeni yapmıyor oluşu büyük bir etken.

Hayvanseverlerin oluşturduğu inisiyatiflerin ve STK’ların insanları karşıt tutuma sevk eden radikal ve sert söylemler yerine yapıcı eylemler ortaya koyması ilk aşamada toplumun sivil kanadına düşen yükümlülüktür. Şu an sosyal medyada yapılan tartışmalarda ve barınaklarda yapılan eylemlerde maalesef sesini duyurabilen hayvanseverlerde bu mutedil çizgiyi göremiyoruz. Hayvanları savunmak adına insan izzetini önemsiz görüyormuşçasına geliştirilen söylemler çözüme katkı sunmak yerine sorunu derinleştirerek bir kriz haline getiriyor.

Yapılan eylemlerde ve dile getirilen söylemlerde hayvan sahiplenmeye teşvik örneklerinde olduğu gibi daha çözüm odaklı ve yapıcı tercihlerde bulunulması gerekiyor. Sivi toplum tarafından; hayvan sahiplenmek, sokak hayvanlarını beslemek, gönüllü olarak yuva yapma, yerel yönetimleri bu konuda toplu talepler ile yönlendirme, çocuk ve gençlerin sokak hayvanları konusunda bilinçlenmelerini sağlayan gönüllü etkinlikler düzenleme, veteriner hekimlerin gönüllü olarak sokak hayvanlarını sahiplenenlere (özellikle gençlere) aşı, periyodik muayene gibi hizmetler ile destek olması gibi uygulamalar yapılırsa sorun önemli ölçüde çözüme kavuşacaktır.

Medya için görev toplumsal hemen her konuda olduğu gibi bu hususta da nefret ve çatışmayı körükleyecek yayınlardan uzak durarak doğru bir habercilik hizmeti sağlamasıdır. Sivil toplum temsilcilerine sesini duyurma imkanı sağlayarak yetkililere kamusal anlamda bir etki unsuru oluşturmaya katkı sunmaları gereklidir. Ayrıca kamusal tartışma alanlarının bir nevi moderatörlüğünü üstlenerek farklı tarafların bir uzlaşı imkanı bulmasına fırsat verecek yayınlar yapmaları yerinde olacaktır.

İnsan onuru bu bağlamda hayvanın varlığı ile mukayese edilecek bir mefhum olmaktan ziyade hayvana nasıl muamele edildiği ile ilgili olarak anlaşılabilir. Dikkat çekmeye çalıştığım husus burasıdır.

Yerel yönetimler ve resmi makamlar için ise yukarıda daha önce zikredilen hukuki çerçeve, uygulama ve fiziki imkanların her açıdan eksiksiz sağlanması yegane görevdir. Siyasi bir çıkar malzemesi olarak sokak hayvanları meselesini kullanmak insani bir ahlak anlayışından pekala uzak kalıyor, umuyorum ki yerel yönetimler siyasi hesaplar uğruna üzerine düşeni yapmaktan geri durmaz.

Hayvanların varlığından rahatsız olan vatandaşlar için de genel çerçevede sunduğum ilkeler geçerli. Mutedil bir şekilde çözüme odaklanarak hayvan düşmanlığına yada şiddete meyilli çözümlere prim vermemek mühim. Bu haklı gerekçelerle dile getirilen talepleri gölgede bırakarak işlevsiz bir kutuplaşma doğuruyor ve nihayetinde çözüm getirmediği gibi yeni sorunlarda doğuruyor. Elbette burada hayvanların haklarına vurgu yaparken insan izzetini hiçe saymıyorum. İnsan onuru bu bağlamda hayvanın varlığı ile mukayese edilecek bir mefhum olmaktan ziyade hayvana nasıl muamele edildiği ile ilgili olarak anlaşılabilir. Dikkat çekmeye çalıştığım husus burasıdır.

Sonuç olarak insanların bir arada yaşam becerilerini insanca sağladığı takdirde bütüncül bir varlık ve tabiat anlayışı zuhur edecektir. Bu bakışa sahip olabilirsek sokak hayvanları ile ilgili meseleyi de diğer başka meseleler ile birlikte çözüme ulaştırabiliriz.