Son zamanlarda ne tarafa dönsek karşımıza okulların veya öğretmenlerin çocukların fotoğrafını paylaşmasıyla ilgili bir yazıya denk geliyor, Kişisel verilerin Korunması Kanunu’nun altı çizilerek  velilerin bilinçli olmaya davet edildiğini görüyoruz. Sosyal mecralara talebin giderek artması, sosyal medya kullanımının günlük hayatın içinde önemli bir yer alması ve popülerlik kavramının takipçi/tanıyan çokluğuyla ölçüldüğü şu günlerde bu meseleyi  başka bir açıdan ele alacağız. 

Konumuz iyiliğin iyi niyetli istismarı. 

Çocuğun kendi yararını gözetemeyeceği bir durum içerisinde bu korumasızlıktan istifade ederek kurulan yardım ağları bize yeni bir istismar modeli oluşturuyor.

Bu yazıya başlarken sivil toplum çalışmaları içerisinde, özellikle de fırsat eşitsizliği meselesi üzerinde çalışarak geçirdiğim zaman süresince tanık olduğum iyilik kampanyalarını, köylerde yürütülen yardım çalışmalarını ve çığ gibi büyüyen destekleri gözden geçirdim. Tüm bunlar olup biterken aklımda beliren kavramlar ise şunlar oldu: istismar, ajitasyon ve etik sınırlar. Okuyacağınız yazıyı üç kavram üzerinden inşa edeceğim. 

Kişi, halka mal olmuş bir kurum tarafından yardım sahasına gönderilmiş dahi olsa eğer çocuklar özelinde alınması gereken eğitimlere sahip değilse kendine ve çocuğa zarar verme ihtimali oldukça yüksek.

Çocuklar ve fırsat eşitsizliği alanında çalışan, yolu sosyoekonomik düzeyin daha düşük olduğu bölgelere düşen her çalışmacının gözlemlediği bir gerçek ile başlamak gerek. Birkaç yıl öncesinde kadar bu bölgelerde yaptığınız çalışmalarda kimse sizin ne olduğunuzu, nereden geldiğinizi, ne yapacağınızı çok da merak etmezdi. Şayet eğlenceli görünen ve yardım içerikli bir çalışmanız var ise kabul görmeniz oldukça kolaydı. Son birkaç yılda daha sıkı bir çalışma yürütülüyor olsa da onay sistemi istismara çok açık. Çünkü temelde mesele sahaya gelen kurumun adından ziyade kurumla birlikte gelen kişilerle ilgili. Kişinin psikolog, öğretmen ya da herhangi bir meslekten olduğu bu noktada belirleyici değil. Esas meselemiz konu özelinde eğitimli ve sınırlara uyabilecek kişilerin çalışmalara dahil edilmesi. Kişi, halka mal olmuş bir kurum tarafından yardım sahasına gönderilmiş dahi olsa eğer çocuklar özelinde alınması gereken eğitimlere sahip değilse kendine ve çocuğa zarar verme ihtimali oldukça yüksek. 

Son 10 yılda, köylerde yaşanan maddi imkansızlıkların çocuklara etkisinin gözler önüne serildiğini, köy okullarına yapılan mont, bot, atkı, bere  ve kırtasiye malzemesi yardımlarının oldukça arttığını, okulların fiziki şartlarının iyileştirilmesi için özel projelerin yürütüldüğünü görüyoruz; aslında bir taraftan da şimdiye kadar kaçtığımız  gerçeklerle yüzleşiyoruz. Kız çocuklarının okullaşmasından çocuğun okula başlamak için ihtiyaç duyduğu kırtasiye malzemelerinin karşılanmasına kadar birçok konuda çalışmalar yürüten kurumlar mevcut.  Sivil toplum kuruluşları elbette bu eksikliği yeni fark etmiş değil, fakat halkın büyük bir kesimi daha önce görmediği bazı gerçeklerle sosyal medyada paylaşılan gönderiler  ya da yakınları tarafından destek olmak amacıyla kendilerine iletilen paylaşımlar vesilesiyle karşılaşmış oldu. Sonrasında bir yardım furyası başladı. Şunu söylemek gerekir ki buradan sonra yazacaklarım niyet okuması değildir. Bu çalışmaları yapan kişilerin pek çoğu herhangi bir kazanç gütmeksizin yalnızca destek olmak amacıyla çalışmalarını yürütmüştür. Fakat etik sınırları doğru belirlenmemiş her çalışma gibi bu çalışmalar da usul yönünden sakıncalar barındırmaktadır. 

Oysa iyiliğin motivasyonu acıma duygusu değildir. İyilik motivasyonunu acıma duygusundan aldığında sonraki süreçte daima acınacak halde olan kişilere ve durumlara ihtiyaç duyan ‘iyi’ler türeyecektir. Halbuki iyilik acıma duygusuna değil farkındalığa ihtiyaç duyar.

Birçok yardım projesinin sosyal medya hesabına girdiğinizde göreceğiniz ilk şey kış günü ayağında terlik olan saçları dağınık üzeri kirlenmiş fakat yeni ayakkabılarına kavuştuğu için gülen bir çocuk olacaktır ; içimizi kaplayan ilk duygu ise acıma duygusu. Aşağılara inmeye devam ettikçe yer yer yüzü bulanıklaştırılmış mahçup çocuk fotoğrafları, gülümseyen çocuk fotoğrafları, eğlenen çocuk fotoğrafları, ilk kez pasta/pizza  yiyen çocuk fotoğrafları göreceksiniz. Acıma duygusu yerini mutluluğa bırakmayacak fakat yüzünüzde tebessüm belirecek. Bu fotoğrafın burada ne işi var sorusuna henüz gelmedik fakat elbette ‘o’nun gibi daha birçok çocuğa ulaşmak için(!) bize içten içe “ne hayatlar var” dedirten ve hemen yardım etme isteği uyandıran bu fotoğraflar ilk bakışta oldukça masum görünse de tam da bu noktada karşımıza “ajitasyon” kavramı çıkıyor.  Türk Dil Kurumu ajitasyon kelimesini “duygu sömürüsü yapma, insanın zihninde ve duygu dünyasında sarsıntı yaratma” olarak tanımlıyor. Yani daha fazla çocuğa ulaşmak için bir başka çocuğun mağduriyetini, yoksulluğunu, açlığını, mutsuzluğunu, eksikliğini kullanarak yardım edebilecek gücü olan kişilerin vicdanlarına dokunarak harekete geçirmek. Yüzü çok güzel ve ihtiyacı olan bir çocuğun fotoğrafı kişileri o kadar da güzel olmayan bir başka çocuktan daha çok ve daha hızlı harekete geçiriyor. Ayakları kara basan ya da çamurlu terlikleriyle okula giden bir çocuğun fotoğrafı hızlıca organize olmamıza sebep oluyor. Oysa iyiliğin motivasyonu acıma duygusu değildir. İyilik motivasyonunu acıma duygusundan aldığında sonraki süreçte daima acınacak halde olan kişilere ve durumlara ihtiyaç duyan ‘iyi’ler türeyecektir. Halbuki iyilik acıma duygusuna değil farkındalığa ihtiyaç duyar. Farkında olan ve katkı sağlamak isteyen kişi motivasyonunu mağduriyette bulmaz. Gücü yettiği kadarıyla fayda sağlamak ister. Önemli olan ise görmekten ziyade güven duymak, emin olmaktır. 

Bu noktada gözler yoksula çevrildiğinde ne etik sınırlar ne de Kişisel Verilerin Korunması Kanunu bilirkişilerin umursadığı şey olmaktan çıkıyor. Oysa bugün birçok mecrada yoksulluğu sebebiyle yer bulmuş çocukların yarın bu fotoğraflarla karşılaştıklarında hissedecekleri duygular, yaşayacakları üzüntü, hatırlayacakları acılar iyiliğin iyi niyetli istismarıdır. Niyet, istismar söz konusu olduğunda dikkate alınan bir şey değildir. 

Sivil toplum alanında çalışan her kurum/grup için çalışma alanında genel etik kuralların yanı sıra çalışmaya özel etik sınırların bulunması şarttır. Şayet siz istismara uğrayan kadınlarla çalışıyorsanız gizlilik en önemli ilkelerinizden biridir. İhlal edilmesi halinde etik sınırlarınız hiçe sayılmış demektir. Çocuk çalışmaları için en önemli iki ilke ise çocuğun yararı ve hak ve sınırlarının korunmasıdır. Çocuklara sınırları anlatırken iki kollarını da yana doğru açmalarını isteriz. Çalışma içerisinde oluşturduğumuz metaforda, iki kolun açılmasıyla oluşan mesafenin başkaları tarafından aşılmak istendiği takdirde onay mekanizmasının işlemesi gerektiği çocuğa oyunla anlatılır. Bu sınır yalnızca  beden bütünlüğüne zarar vermek meselesi söz konusu olduğunda ortaya çıkmaz. Çocuğun elini tutmak, sarılmak, sevmek, öpmek, fotoğraf çekilmek, fotoğrafını çekmek… Her biri bu sınırları aşan davranışlardır. Üstelik yabancı kişilerin hediye vererek herhangi bir sınırı aşması çocukta oluşması gereken sınır kavramını daha baştan yok etmek anlamına gelir. Oysa sahada çalışan kişiler çocukta sınır kavramını da güvenli bir alan içinde oturtmakla mükelleftir. Örnek vermek gerekirse bir gönüllünün mont giydirdiği bir çocuğu kucağına oturtup fotoğraf çektirmesi sorunsuz bir eylem gibi görünebilir. Fakat aslında sahayı yöneten kişilerin bu eyleme izin vermesi sorunludur. Kalabalık gruplar halinde yapılan saha çalışmalarında sınırların net çizilmemesi grubun içine karışmış olabilecek herhangi bir kötü niyetliye kapı aralayabilir. 

Çocuğa, ona sarılmak isteyen kişilerin ondan izin alması gerektiğini fark ettirmek, göze değmeyen bir incelik gibi görünse de çocuk çalışmalarında çocuğa karşı sergilediğimiz her hassas tavır kalbinde ve aklında bir yer tutar. İstismarın hangi kapı aralığından baktığını bilmenin mümkün olmadığı bir zamanda çocuğu soracağınız tek bir soru ile bilinçlendirmek mümkünken farkındalık üzerine inşa edilmiş bir iyilik çalışmasının çocuğun korunması konusunda hassasiyet geliştirmemesi absürt ve bayağı kalmaktadır. 

Tam bu noktada bir örnek daha eklemeyi makul buluyorum. Sahadan içeri girdikten sonra cinsiyet fark etmeksizin sarılıp öptüğünüz bir çocuk, tanımadığı birinin onu öpmesini artık normal kabul edecektir. Muhtelemen gün bitiminde onunla oyunlar oynadığınız ve sizinle çok eğlendiği için çocuğun aklında artık unutulması mümkün olmayan bir kahraman olarak kalacaksınız. Üstelik kahramanların yaptığı şeyler çocuklar için örnek teşkil eder. Şayet siz çocuktan ona sarılmak için izin istemiş olsaydınız neden izin istediğinizi düşünecek, makul açıklamanız sonrasında da bu sınırlarını ihlal eden kişileri fark edebilecekti. Çocuğa, ona sarılmak isteyen kişilerin ondan izin alması gerektiğini fark ettirmek, göze değmeyen bir incelik gibi görünse de çocuk çalışmalarında çocuğa karşı sergilediğimiz her hassas tavır kalbinde ve aklında bir yer tutar. İstismarın hangi kapı aralığından baktığını bilmenin mümkün olmadığı bir zamanda çocuğu soracağınız tek bir soru ile bilinçlendirmek mümkünken farkındalık üzerine inşa edilmiş bir iyilik çalışmasının çocuğun korunması konusunda hassasiyet geliştirmemesi absürt ve bayağı kalmaktadır. 

Saha içerisinde koordinasyon sistemi bulunmayan, gönüllülerine çocuklara yaklaşım ve sınırlar hususunda detaylandırılmış özel  bir eğitim vermemiş, gözlem gücü yetersiz sivil toplum kuruluşları saha içerisinde çocuğun korunacağını taahhüt edebilir mi? 

Çocuklarla çalışan sivil toplum kuruluşlarında artık keskin çizgilerle oturmuş olması gereken fakat hala çizgileri çekilmemiş bu alan çocuğun sınırlarından oluşuyor. Her bir kurum kendi içerisinde vicdan rahatlatmak amacıyla saha çalışmalarından önce düzenlediği “çocuklara yaklaşım” temalı eğitimin çocuğun korunması ve üstün yararının gözetilmesi için yeterli olacağını düşünüyor. Gün geçtikçe artan göz alıcı kalabalık çalışma ağlarımız bize asla çocuğun korunacağını taahhüt etmiyor. Çocuğa karşı sınırların tanınması, çocuğun üstün yararı, çocuğun psikolojik bütünlüğünün gözetilmesi ve  beden bütünlüğünün korunması başlıklarının her biri uzun ve özel eğitimler gerektiren konular olmakla birlikte,  saha çalışması yürüten sivil toplum kuruluşları için tartışmasız önem taşıyan konulardır. 

Saha içerisinde koordinasyon sistemi bulunmayan, gönüllülerine çocuklara yaklaşım ve sınırlar hususunda detaylandırılmış özel  bir eğitim vermemiş, gözlem gücü yetersiz sivil toplum kuruluşları saha içerisinde çocuğun korunacağını taahhüt edebilir mi? 
Mağdur çocuk fotoğraflarının daha fazla kaynağa ulaşma amacıyla daha çok insanla paylaşılmasının temel problemi etik sınırların aşılmasıdır. Çocuğun kendi yararını gözetemeyeceği bir durum içerisinde bu korumasızlıktan istifade ederek kurulan yardım ağları bize yeni bir istismar modeli oluşturuyor. Toplumda güven sağlamanın kolay yolu her ne kadar şeffaf paylaşımlar gibi görünse de  sistematik, katılımcı ve sorgulanabilir çalışma modeli oluşturmak zaman içinde toplumda ihtiyaç duyulan güveni sağlayacaktır. Sosyal sorumluluk çalışmalarında daha fazla kaynağa ulaşmanın kolay ve makul yolu olarak görülen bu sistem aksine istismar edilen sosyoekonomik durumu yetersiz çocuklardan oluşan büyük bir grup meydana getirmiştir.