Uzun yıllardır Bosna Hersek siyasetinin ve toplumunun beklediği ve tek çıkış yolu olarak nitelendirdiği AB üyelik süreci için geçtiğimiz hafta önemli bir mihenk taşı aşıldı. Sonunda Bosna Hersek resmen AB üyeliği için adaylık statüsü kazandı.
Bosna Hersek siyaseti ve sosyolojisi içerisinde bu gelişmeye çeşitli perspektiflerden tepkiler verilmeye devam ediliyor. Kimileri tarafından çok olumlu karşılansa da AB üyeliği için resmi adaylık statüsünün kazanılmasına inanç pek güçlü değil. Açıkçası AB’nin üyelik için aday ülkelere sunduğu genel çerçeve, ilke ve normlara uyum göz önüne alındığında AB üyeliği adına resmi statünün Bosna Hersek’e verilmesi, içi boş vaatler silsilesinin devamı olarak yorumlanıyor.

2 Ekim 2022 tarihinde Bosna Hersek’te gerçekleştirilen seçimler sonucunda SDA ve DF’nin iktidar mekanizması için saf dışı kalması ve hem kanton hükümetlerinde hem de Bosna Hersek Başkanlık Konseyi’nde AB ve ABD’nin desteklediği adayların kazanması da bu süreçte etkili oldu. AB’ye aday üyelik statüsünün elde edilmesi, özellikle Denis Bećirović’in Başkanlık Konseyi’nde Boşnak üye olarak yer almasının sürece olan katkısı göz önüne alınarak neticelendi. Halihazırda Bećirović de adaylık statüsünün elde edilmesini kendisinin de dahil olduğu ve belki de öncülük ettiği yeni dönemin ilk başarısı olarak göstermeye ve bunun propagandasını yoğun şekilde yapmaya devam ediyor. Ancak 7 sene önce gerçekleştirilen AB’ye adaylık başvurusunun Rusya-Ukrayna krizi sonrasında alelacele tekrardan gündeme getirilmesi ve onaylanması pek de iç açıcı gözükmüyor. Çünkü AB üyeliği için resmi statünün kazanılması Bosna Hersek’in AB üyeliği için gerekli kriterleri tamamladığı anlamına gelmiyor. Üstelik ülkede her geçen gün artan yolsuzluk ve irredentist milliyetçi söylemler, mafyatik yapılanmalar göz önüne alındığında aslında AB için resmi adaylık statüsünün kazanılması çok da anlamlı değil.

Bu konuda AB ve Bosna Hersek entelijansiyasının şüphesiz en önemli motivasyon kaynağı SDA’nın Başkanlık Konseyi ve kanton hükümetlerinin dışında bırakılması. Ek olarak olumlu sonuçlanması beklenmeyen ancak resmi imzaların atılması ile resmen oluşturulan 8 muhalefet partili Osmorka ve HDZ’nin öncülük ettiği koalisyon kanadı, AB üyeliği için resmi adaylığın elde edilmesinin hareket noktası olarak görülüyor. Herkesin aklında HDZ’nin sürece dâhil olması ile ilgili soru işaretleri varken HDZ’nin Zenica-Doboj Kantonu'nda da kurulacak hükümetin bir parçası olacağının kesinleşmesi koalisyon başarısının AB üyelik sürecinin motor gücü olduğunu ortaya koydu( HDZ Zenica-Doboj Kantonu’nda iki bakanlık alacak).

Geride bıraktığımız son iki haftadır Bosna Hersek siyaseti ve toplumu, HDZ’nin koalisyona dahil edilmesini henüz sindirememişken Osmorka’nın SNSD ve Dodik ile de görüşmeler gerçekleştirmesi, AB üyeliği için Bosna Hersek sınırları içerisindeki stabilizasyon sürecinin sağlanması konusunda önemli ve beklenmedik adımlar olarak görülüyor. Ancak en son yazımızda anlatmaya çalıştığımız üzere HDZ’nin koalisyon içerisindeki taleplerinin koalisyon kanadını dağıtacak tehlikesi hâlâ varlığını korurken Milorad Dodik gibi ayrılıkçı bir liderin partisi SNSD’nin sürece entegre olmasının AB üyeliği için olumlu yorumlanması pek de akılcı gözükmüyor.
Henüz literatürdeki ‘devlet’ tanımlamasını dahi karşılayamayan ve diktatörel güce sahip post modern bir sömürge valiliği Yüksek Temsilcilik Ofisi tarafından yönetilmeyen, yalnızca ‘idare edilen’ Bosna Hersek için hâlâ birçok kırılma noktası var.
AB adaylık sürecinin genel istikrarı elde etmiş ülkeler için ortalama 10 yıl sürdüğü göz önüne alındığında Avrupa Konseyi’nin Bosna Hersek’e resmi adaylık statünü vermesinin 10 yıl gibi bir süre ifade edeceğini yorumlamak oldukça gülünç olur. Henüz literatürdeki ‘devlet’ tanımlamasını dahi karşılayamayan ve diktatörel güce sahip post modern bir sömürge valiliği Yüksek Temsilcilik Ofisi tarafından yönetilmeyen, yalnızca ‘idare edilen’ Bosna Hersek için hâlâ birçok kırılma noktası var. Dayton Barış Antlaşması’nın imzalanmasının üzerinden şuan bu satırların yazıldığı gün olan antlaşmanın yıl dönümüne kadar tam 27 yıl geçmesine rağmen ne antlaşma ne de ülkenin yapısı toplum nezdinde meşruiyet kazanabildi. Üstelik uluslararası sistem içerisindeki güç aktörleri tarafından ki bunlardan bir tanesi olan başat aktör ABD’nin dahi itiraf ettiği üzere geçici olarak oluşturulan Bosna Hersek’in kırılgan yapısı AB üyelik sürecini ne kadar başarılı bir şekilde tamamlar tartışmalı. Üstelik Kuzey Makedonya’nın 2005, Karadağ’ın 2010, Sırbistan’ın 2012 ve Arnavutluk’un 2014’te AB için aday üyelik statüsünü elde ettiğini dikkate aldığımızda aslında sürecin olumlu sonuçlanmasını beklemek gülünç olur. Dolayısıyla AB, Batı Balkanlar üzerindeki kontrol mekanizmasını korumak, konjonktürel olarak ABD’nin ama aslen Rusya’nın gücünü pasifize etmek için AB üyelik sürecini araçsallaştırmaya devam ediyor. Rusya-Ukrayna krizi sonrası Almanya öncülüğünde olmak üzere AB’nin Sırbistan’ın Rusya’ya karşı tavır almasını adeta dikte etmesi ve bu dikte sürecinde üyelik sürecini sürekli öne sürmesi, araçsallaştırma mantığının son dönemdeki en somut örneği.

Çünkü AB ve ABD perspektifinin Bosna Hersek için öngördüğü ‘krizin canlı tutulması’ ilkesi Bosna Hersek jeopolitiğinin öneminin hangi hedefler doğrultusunda araçsallaştırılacağını belirliyor.
AB’ye üyelik sürecinde temel kriterler belirleyici konumda ve en önemli kriter hiç şüphesiz jeopolitik unsurlar. Bosna Hersek bu anlamda hep Batı Balkanlar içerisindeki jeopolitiği ve demografik yapısı nedeni ile anahtar konumda. Ancak sahip olduğu bu önem, bağımsızlığını elde ettiğinden bu yana sadece sorun üretiyor. Çünkü AB ve ABD perspektifinin Bosna Hersek için öngördüğü ‘krizin canlı tutulması’ ilkesi Bosna Hersek jeopolitiğinin öneminin hangi hedefler doğrultusunda araçsallaştırılacağını belirliyor. Özellikle 2008 yılında İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Sir Peter Ricketts’ın Kosova ve Bosna Hersek için azınlıkların krizin canlı tutulması konusunda hayati öneme sahip olduğu yönündeki ifadeleri adeta itiraf niteliğinde. Aslında artık itiraf olmaktan çıkarak AB ve ABD, bu stratejiyi açık şekilde ifade ediyor. Nitekim şuan Bosna Hersek içerisinde üç kurucu unsur arasında azınlık konumunda bulunan Hırvatların kriz mekanizması içerisindeki varlığını korumak adına Seçim Yasası’nda değişiklik yapılması bu mevcut stratejiler doğrultusunda gerçekleşti.

Dolayısıyla AB’nin Bosna Hersek’e verdiği resmi adaylık statüsünün ‘oyalama ve kandırma’ hedefleri aşikâr. Bu oyalama sürecinde de AB, Bosna Hersek’e ekonomik merkezli olmak üzere kalkınma ve istikrar destekleri vermeye devam edecek. Halihazırda küçük ve orta ölçekli işletmelerin, ısıtma, gaz, elektrik ve diğer enerji maliyetlerinin Rusya-Ukrayna krizi sonrası önemli ölçüde artmasının olumsuz etkilerini gidermek adına AB, Bosna ve Hersek'e 70 milyon Euro ödemeye hazır olduğunu vurguladı. Bu bağlamda verilecek fonların Bosna-Hersek'te kurulacak yeni hükümetler tarafından yönetilecek olması, AB’nin koalisyon kanadına olan desteğini de artıracağını gösteriyor. Ancak asıl hedefin mikro, küçük ve orta ölçekli işletmelere destek sağlamak olması ve bu işletmelerin özellikle kanton içerisinde yer alan milliyetçi unsurlara göre yönetilmesi olasılığı adaylık statüsünün bir oyalama taktiği olduğu ihtimalini somutlaştıran örnekler arasında. Ek olarak AB’nin Ocak-Şubat sonrası 70 milyon Euro’luk ödemenin geri kalan 10 milyon Euro’luk kısmını ne zaman ödeyeceğini ısrarla açıklamaması da bu somutlaşma sürecinin haklılığını ortaya koyuyor.
Slovenya kanadı, kendilerinin AB’ye üye olduktan sonra GSYİH’nin 17.200 dolar seviyesinin 2019’da 29.200 dolara yükselmesi örneğini Bosna Hersek için de geçerli olacağını söylüyor ancak Slovenya Kıta Avrupası’nın doğrudan koruması altındayken Bosna Hersek’in Batı bloğu için bir deney laboratuvarı olması, bu iyimser tablonun gerçekçi olmadığını ortaya koyuyor.
Son olarak değinmemiz gereken husus ise Bosna Hersek’te sağlanmak istenen stabilizasyon ve istikrarın ekonomik kalkınma ile değil jeopolitik güvenlik ile sağlanabileceği. Dayton Antlaşması’nın üzerinden 27 yıl geçmesine rağmen Bosna Hersek içerisinde her gün ‘yeniden bir savaş çıkacak’ beklentisi ve çaresiz kabulleniş, Bosna’ya AB için resmi adaylık statüsünün verilmesinin ardından Slovenya kanadının ortaya koyduğu iyimser tabloyu tersine çeviriyor. Dolayısıyla Bosna Hersek’te gerçek stabilizasyon ve istikrarın sağlanmasında AB üyeliği değil, NATO üyeliği belirleyici olacak. Nitekim Osmorka ve HDZ koalisyon kanadının SNSD lideri Milorad Dodik ile olan görüşmesinde Dodik’in Buk Bijela meselesi ve Trebinje Havalimanı konusundaki şartını kabul edeceklerini ve Dodik’in de buna karşılık NATO üyeliğine karşı çıkmaması şartını yerine getirmesi gerekliliğini ifade etmesi aslında AB’ye üyelik statüsünün önemsizliğini gösteriyor. Slovenya kanadı, kendilerinin AB’ye üye olduktan sonra GSYİH’nin 17.200 dolar seviyesinin 2019’da 29.200 dolara yükselmesi örneğini Bosna Hersek için de geçerli olacağını söylüyor ancak Slovenya Kıta Avrupası’nın doğrudan koruması altındayken Bosna Hersek’in Batı bloğu için bir deney laboratuvarı olması, bu iyimser tablonun gerçekçi olmadığını ortaya koyuyor. Bununla birlikte Denis Avdagić’in Bosna-Hersek'in AB adaylık statüsünün onaylanması kararının en önemli getirisinin Rusya, Türkiye, Arap devletleri, İran, Çin vb. ülkelerin hinterland etkisinin kıralacağı şeklinde ifade etmesi, Batı bloğunun Bosna Hersek’i tarihsel süreç içerisindeki araçsallaştırmasını bir kez daha işaret ediyor.

NIP Genel Başkanı Elmedin Konaković’in NATO entegrasyonuna ayrılacak bütçeye dikkat çekmesi, AB üyelik sürecinin getireceği ekonomik kalkınmanın da olumlu etki meydana getireceği ihtimalini gerçekçi kılmıyor. Bu gerçek dışı ihtimal de halihazırda Bosna Hersek’in AB üyelik statüsünü elde etmesinin bir anlam ifade etmediğini AB’nin Bosna Hersek’in üyeliği için hazırladığı ‘ilerleme raporlarında’ tespit edebiliriz. 2006-2008 yılları arasında açıklanan ilerleme raporlarında Bosna Hersek Kamu Yönetimi Reform Ofisi’nin ülke içerisindeki başarısızlığı ve maddi desteğe bağımlı hale geldiği ifadeleri, 2009-2012 arasındaki ilerleme raporlarının ortaya koyduğu reform paketlerinin uygulanma başarısının %36’yı geçmemesi sonucunu tetikledi. 2012 sonrası yayınlanan ilerleme raporlarında ise milliyetçi söylemlerin yükselişte olduğu ve bu tehlikenin hem hukukun üstünlüğü ilkesine hem de işe alımlarda ve bürokraside liyakete zarar verdiği vurgulandı. AB’nin 2012-2015 yılları arasında yayınladığı ilerleme raporları ise Bosna Hersek Kamu Yönetimi Reform Ofisi’nin AB üyeliğinde Bosna Hersek için temel yapı taşı olan bütüncül kamu yönetimi yapısını oluşturamadığı vurgulandı. 2016 sonrası Bosna Hersek içerisindeki Sosyalist Yugoslavya döneminden kalan askeri mülklerin Sırp Cumhuriyeti Entitesi tarafından Bosna Hersek Devletine devredilememesinin meydana getirdiği siyasi gerilimlerin Sırp Cumhuriyeti tarafından bağımszılık tehdidi altında meşruiyet kazandırılmaya devam edilmesi de ilerleme raporlarının ortaya koyduğu yolsuzluk, hukuk devleti ilkesinin aşınması ve artan milliyetçi hareketlenmeler ile birlikte AB üyeliğinin yeni bir oyalama süreci olduğunu işaret ediyor.